Bugün yeryüzündeki neredeyse herkes bir devlete bağlı yaşıyor. Bu o kadar doğal geliyor ki bizlere sanki her zaman böyleymiş gibi düşünüyorüz. Ama aslında durum pek de öyle değil. İnsanlık tarihinin çok büyük bir bölümünde "devlet" diye bir yapı yoktu. Küçük kabileler halinde yaşayan atalarımız birbirleriyle daha eşit ilişkiler kuruyor her şeyi doğrudan paylaşıyorlardı.
Peki ne oldu da hayatımıza devlet girdi?Cevap Tarım Devrimi'nde. Toprağı işlemeye kalıcı yerleşimler kurmaya ve artık ürün elde etmeye başladığımızda her şey değişti. Bu fazla ürünü korumak aramızda "adil" bir şekilde bölüştürmek ve ortaya çıkabilecek sorunlara bir düzen getirmek için bir otoriteye ihtiyaç duyduk. Zamanla bu otorite bildiğimiz devlet şeklini aldı sınırları olan kurallar koyan vergi toplayan ve gerektiğinde gücü kullanmaktan çekinmeyen bir yapı. Ama önemli bir noktayı unutmayalım Devlet bir ihtiyaçtan doğmuş olsa da onun "doğal" ya da "kaçınılmaz" bir son olduğunu söylemek doğru olmaz. Nasıl bir devlet olacağı kimlerin nasıl yöneteceği her zaman büyük tartışmalara ve değişimlere sahne oldu.
Peki Madem Hepimiz Eşitiz Devlet Niye Bizi Ayırıyor? Bugün sık sık "tüm insanlar eşittir" diyiyoruz. Bilim hepimizin ortak bir atadan geldiğini ırk, din, milliyet gibi ayrımların biyolojik bir temeli olmadığını gösteriyor. Ama tuhaf değil mi devletler hâlâ bu ayrımlar üzerine kurulu? Bayraklar, marşlar, pasaportlar, sınırlar... Bunlar hâlâ bizi "biz" ve "onlar" diye ayırmak için kullanılan güçlü araçlar. Burada büyük bir çelişki yatıyor bir yandan eşitlikten bahsediyor insanlığın ortak bir bütün olduğunu vurguluyoruz. Diğer yandan bizi yöneten sistemler bizi milliyet, ırk, dil gibi yapay farklar üzerinden ayrı düşürüyor. Haçlı seferleri ya da cihatlar gibi açıktan savaşlar belki artık nadir görülüyor ama politikalarımız hâlâ bu farklılıklar üzerinden şekilleniyor.
Bu durumda şu soruyu sormak oldukça anlamlı Bu sistemi sürdürmek ne kadar mantıklı? Daha iyi daha kucaklayıcı bir yol mümkün değil mi? Ya Tek Bir Dünya Devleti Kursak? Bu fikir yani tüm dünyayı tek bir devletin yönetmesi düşüncesi yüzyıllardır insanların kafasında.
Ütopya Gibi Görünen Faydaları: Artık devletler arası çıkar çatışmaları olmazdı. Tüm insanlar aynı çatı altında toplanır sorunlar diplomasiyle çözülürdü. Askeri harcamalar insanlığın gelişimi için kullanılabilecek devasa kaynaklara dönüşürdü. Daha adil bir dünya olabilirdi zenginle yoksul arasındaki uçurum azalabilirdi. Kaynaklar küresel bir bakış açısıyla daha eşit ve adil dağıtılabilirdi. Ortak sorunlara ortak çözüm olurdu. İklim değişikliği, salgın hastalıklar, küresel ekonomik krizler gibi tüm insanlığı ilgilendiren sorunlara tek güçlü bir otoriteyle çok daha hızlı ve etkili çözümler üretmek mümkün olurdu. Temel hak ve özgürlükler coğrafyadan bağımsız evrensel bir anayasa ile herkes için güçlü bir şekilde güvence altına alınırdı.
Ama Distopik Tehlikeleri de Var: Tiranlık Riski: Böylesine büyük bir merkezi güç eğer yanlış ellere geçerse tüm dünyayı karanlık bir baskı altına alabilir. George Orwell'ın "1984" romanındaki gibi bireysel özgürlüklerin tamamen yok olduğu her şeyin kontrol edildiği bir dünya bir kâbusa dönüşebilir. Eğer her yere aynı kurallar aynı yaşam tarzı dayatılırsa diller gelenekler ve farklı kültürler zamanla yok olabilir. Bu insanlığın zenginliğini oluşturan çeşitliliğin acı bir kaybı olurdu. Sekiz milyar insanın ortak karar alması imkansıza yakın. Böyle bir sistem halktan kopuk teknokratik bir seçkinler grubunun yönettiği halkın söz hakkının neredeyse olmadığı bir yapıya dönüşebilir. Tüm dünyayı yönetecek bir bürokrasi kaçınılmaz olarak hantallaşır yavaşlar ve halkın taleplerine duyarsızlaşır.
Peki Ne Yapmalı? Geleceğin Yönetim Modeli "Katmanlı Yönetişim"
Gerçekçi bir çözüm tek bir dünya devleti kurmak değil ama daha esnek işbirliğine dayalı ve çok katmanlı bir sistem inşa etmek olabilir. Buna "çok katmanlı yönetişim" diyoruz. Bu sistemde her mesele en uygun düzeyde ele alınır ve çözülür.
Yerel Düzey (Şehir/Köy): Günlük hayatımızı etkileyen kararlar burada alınır. Parklar, çöp toplama, yerel okullar gibi konularda insanlar kendi çevreleriyle ilgili söz sahibi olur.
Ulusal Düzey (Devletler): Genel güvenlik, adalet sistemi, temel yasalar ve ekonominin ana hatları burada belirlenir. Bu vatandaşa en yakın ve en somut demokratik katılım alanıdır.
Bölgesel Düzey (Örneğin Avrupa Birliği gibi birlikler): Ortak ticaret, göç politikaları, enerji güvenliği gibi birden fazla ülkeyi ilgilendiren meseleler burada ele alınır. Devletler tek başlarına yetersiz kaldıkları konularda güçlerini birleştirirler.
Küresel Düzey (Birleşmiş Milletler, Dünya Sağlık Örgütü gibi kurumlar): İklim krizi, pandemiler, uluslararası terörizm, savaşların önlenmesi gibi tüm insanlığı ilgilendiren konularda kararlar alınır ve işbirliği yapılır. Bu düzeyde ulus-devletlerin ötesinde bir sorumluluk duygusu öne çıkar.
Bu model ne yerel halkın tamamen etkisiz kalmasını sağlar ne de küresel sorunların çözümsüz kalmasına izin verir. Her meselenin kendine uygun bir çözüm katmanı vardır.
Devletin "modası geçmiş" değil ama eski haliyle artık işe yaramıyor. 1648'de kurulan o katı ulus-devlet modeli bugünün küreselleşen birbirine bağlı dünyasında yetersiz kalıyor. Sınırlar, kimlikler ve egemenlik gibi kavramlar yeniden tanımlanmak zorunda. Evet belki bir gün dünyada savaşların olmadığı herkesin eşit haklara sahip olduğu ve ortak sorunlara birlikte çözüm arayan bir sistem kurulabilir. Ama bu tek bir dünya devletiyle değil birlikte çalışan birbirini denetleyen çok katmanlı ve esnek bir yapıyla mümkün olur. Unutmayalım ki devlet dediğimiz şey bizim kurduğumuz bir araç. Onu dönüştürmek daha adil, daha eşitlikçi ve daha barışçıl bir geleceğe hazırlamak da yine bize bağlı. Geleceğimiz, bizim dönüşümümüzün ne kadar başarılı olacağına göre şekillenecektir.