İnsan hayatının göz ardı edilmesi etik değildir. Depreme karşı mutlaka önlem alınmalıdır. Bu önlemler mühendislik dışında sosyoekonomik planlamaları da kapsamalıdır. İş gücünü farklı bölgelere dağıtmak, toplanma alanlarını artırmak ve deprem sonrası müdahale kuvvetlerini güçlendirmek bu sürecin parçası olmalıdır. 6 Şubat depremlerinin ikisini de yaşamış biri olarak şunu net söyleyebilirim: Ülke olarak çok ağır bir bedel ödedik ve bu acının bir daha yaşanmaması için elimizden geleni yapmak zorundayız.
İstanbul bugün hâlâ Türkiye’de en fazla imkâna sahip şehir konumundadır. Ancak bu durum ciddi bir yoğunluk, yüksek yaşam maliyeti ve risk anlamına geliyor. İş gücünün İç Anadolu gibi bölgelere yayılabilmesi için, bu bölgelerde yaşam standartları yükseltilmeli. Devlet, bu alanlara yatırım yapanlara vergi indirimi sağlamalı, ayrıca firmaların lojistik ve altyapı sorunları yaşamaması için gerekli yatırımları yapmalıdır.Bu tür teşviklerle birlikte, İstanbul’daki birçok işletmenin İç Anadolu, Ege ya da Akdeniz kıyılarına kayabileceğini düşünüyorum. Zaten İstanbul’da yüksek kiralar ve kalabalık birçok kişi için ciddi sorun. Eğer diğer bölgeler cazip hale getirilirse, insanlar bu alanlara göç etmeye başlayacaktır.Tarihte buna benzer bir süreç Cumhuriyet Dönemi sanayileşme politikalarında görüldü. Kayseri, Eskişehir, Nazilli, Malatya ve Ereğli (Zonguldak) gibi şehirlerde devlet eliyle kurulan Sümerbank gibi fabrikalar, bu bölgelerde ekonomik hareketlilik yaratmış, iş gücü çekmiştir. Bu örnek, planlı kalkınmanın ve doğru teşviklerin olumlu sonuçlar verebileceğini gösteren somut bir kanıttır.