Yüzyıllardır birçok filozofun ve bilim insanının üzerine düşündüğü, sorguladığı, açıklamaya çalıştığı ancak üzerinde -özellikle modern bilimimizin gelişiminden önce- fikir birliğine varılamamış bir kavramdır bilinç. Aslında çok önemli bir kavramdır çünkü özellikle hem bilimin hala açıklayamadığı parçalar bulunmaktadır hem de özellikle dinler ve bazı felsefeciler bilinç kavramını farklı kavramlarla yani doğaüstü kavramlarla izah etmişler, yanıt vermişlerdir.
Bilinç kavramı benim de üzerine çok fazla düşündüğüm ve araştırma yaptığım bir kavramdır ve bu soruya gerçekten çok ayrıntılı bir cevap vereceğim. Önce biraz evrimsel süreçle başlayıp sonrasında felsefeden devam edip bilimle noktayı koyacağız. Tüm parçaları birleştirdiğimizde sonucun güzel ve büyük bir resim olmasını umut ediyorum.
Bundan 400 milyon yıl öncesine gidelim. Küçük, gözü pek bir balık karaya tırmanıyor ve denize dönmektense orada takılmaya karar veriyor. Bu balığın fosilleri 2004 yılında Kanada Arktik Takımadalarında bulundu. Bu balığın evrimsel tarihimizde son derece büyük bir önemi var. Kahramanımızın adı Tiktaalik roseae. 4 milyar yıl önce canlılığın suda başladığını biliyoruz ve Tiktaalik roseae tam olarak evrimsel süreçteki bir geçişi simgeliyor, sucul omurgalılardan, karasal omurgalılara geçişi. Tabii bu hayvanın karaya çıkarken aklından ne geçiyordu kimse bilmiyor ve açıkçası merak ediyoruz ama sanırım birkaç tahmin yapabiliriz. Bu hayvanlar karaya çıktıklarında yeni bir çevreyle tanıştılar ve bu çevre onlara uzun mesafeleri görme özelliği kazandırdı. Dalış yapanlar bilir ki suyun altında görüş mesafeniz çok daha kısadır. Işık, suyun içerisinde tamamen emilmeden önce sadece onlarca metre ile ölçülebilecek mesafeleri görebilirsiniz ancak açık havadaki görüş mesafeniz pratikte sonsuzdur. Evrimsel süreçte ise ne görebildiğiniz ile nasıl düşündüğünüz arasında dramatik bir ilişki bulunur. Bir balık olduğunuzu düşünün, suda birkaç metre mesafe alıyorsunuz ancak görüş mesafeniz kısıtlı. Yakınlarınızda anlık tehlikelerle ve avcılarla karşılaşabilirsiniz ve bu problemlerden kurtulmanızın yollarından bir tanesi çok hızlı düşünebilmek ve çok hızlı karar vermek çünkü kısıtlı bir zamanınız var. Ancak karada çok daha rahatsınız çünkü açık bir alan ve görüş mesafeniz oldukça yeterli. Tiktaalik hızlı düşünmek zorundaydı ve hızlı düşünmesi için de büyük bir evrimsel baskı vardı fakat karaya çıkan Tiktaalik artık etrafında olup bitenleri değerlendirmek için daha fazla zaman buldu. Tiktaalik'in hızlı düşünmesi için evrilen zihni çok büyük olasılıkla bilinç gibi karmaşık bir şeyin evrimine de katkı sağladı. Yani Tiktaalik hem karada düşünebilmek için fazladan zaman buldu hem de farklı stratejiler geliştirebildi. İşte bu kritik geçiş bilinç dediğimiz şeyin ortaya çıkışına katkı sağlamış olabilir.

Amerikalı antropolog Ernest Becker, bilinci şu güzel sözlerle tasvir eder:
Kendi kendinin bilincindeki bir hayvan olmak ne anlama gelir? Bu dehşetli değilse en hafifinden komik bir fikirdir. Kişinin solucanlara yem olacağını bilmesi anlamına gelir. Korkunçtur bu: hiçlikten belirmek, bir isme, kendilik bilincine, derin içsel duygulara sahip olmak, içinizden taşan bir yaşama ve kendini gerçekleştirme isteğiyle yanıp tutuşmak ve tüm bunlarla beraber ölecek olmak.
Kendinin farkında olma durumu, zengin içsel deneyimler, düşünceler, planlar, stratejiler, öz farkındalık ve tüm bu özelliklerin evrenimizdeki yeri.. Düşününce gerçekten hayranlığa kapıldığımız ve çok özel olarak gördüğümüz için özel bir anlam yüklediğimiz bir şey bilinç Hayatımızda gerçekten, evrenimizin dışından gelen bir güç ya da bir sihir gibi. Bilinç fizik yasalarıyla açıklanabilen, belirli sayıda atomun birbirleriyle etkileşimleri ve ortak eğilimleri neticesinde var olan yüksek seviyeli bir tanım düzeyi mi yoksa ona sebep olan gerçekten doğaötesi, sihirli bir bir özellik mi var? Bunun cevabını, bu yazının sonunda siz vereceksiniz. O halde devam edelim ve biraz felsefeye girelim.
Felsefi olarak bilinç konusunda çok eskilere gidebilmek mümkün fakat ben meseleyi çok uzatmamak adına özellikle Dualizm'in bayrak direklerinden biri olan Rene Descartes'le giriş yapacağım. Rene Descartes 17. yüzyılda yaşamış filozof, matematikçi ve aynı zamanda bilim insanıydı. Kendisi evrenin temelinde 2 farklı töz olduğunu iddia ediyordu. Bu tözlerden bir tanesi madde bir diğeri ise ruhtu yani insan için bu 2 tözden biri insanın fiziki bedeni bir diğeri ise bilinciydi. Yani bilince sebep olan farklı, doğaüstü bir nitelik vardı. Tabii ki bu özellikle o dönem için son derece makul bir düşünceydi. Günümüzde bile bilimimizin önemli ilerleyişine rağmen insanların çok büyük bir kısmı da Descartes gibi düşünüyorlar. Bu konuda insanların maalesef çok kuşkucu ve ikna edilebilir olduklarını söyleyemeyeceğim. Bunun temel nedenlerinden biri de bilimimizin başta da ifade ettiğim gibi kapsayıcı ve temel bilinç kuramını hala elde edememiş olması ama son yıllarda özellikle Nörobilimde önemli atılımlar var bunlara da değineceğiz ama biz Descartes'ten biraz daha devam edelim. Descartes o dönemin son derece saygın ve önemli bilim insanlarından biriydi fakat o da eleştirildi. 17.yüzyılın başlarında Roma İmparatorluğunda yerel yönetimler topluluğu olan Pfalz Elektörü V. Frederick ile İngiltere Kralı I. James'in kızı Elizabeth Stuart'ın kızları Elisabeth Simmern van Pallandt, 1618 yılında burada doğdu. Zamanın şartlarında kraliyet ailesinde doğmuş biri için fazlasıyla gitgelli bir gelişim dönemi geçirdi Prenses Elizabeth ve kendisi Bohemya Prensesi Elizabeth olarak biliniyor. Onu tarihin önemli figürlerinden yapan belirli özellikleri var o yüzden bu kısmı biraz detaylı tutmak istedim. Kendisi, kadınların görmezden gelindiği, hiç sayıldığı bir dönemde hem entelektüel olarak hem de politik olarak aktif biriydi ve üçten fazla dil biliyordu ayıraca da Hristiyandı. Asıl mevzu ise şu, Bohemya Prensesi Elizabeth, Descartes'in bu düşüncelerine bir itiraz mektubu yazdı. Bu itiraz mektubuna Descartes tatmin edici bir yanıt sunamadı. Prensesin mektubunu aşağı bırakıyorum:

Prensesin eleştirileri oldukça yerinde ve makuldü. Prensesin itirazının temelinde, bedenden ayı olan ve maddi olmayan ruhun, fiziksel olanla nasıl etkileştiğinin açıklanmasının gerektiği fikri vardı. Ruhun bedeni etkilediğini iddia ediyorsanız bunun nasıl olduğunu da açıklamak zorundasınız ve bu açıklama yükümlülüğü iddia sahibi Descartes'in omuzları üzerindeydi ancak o ve ondan sonrakiler de bu soruya tatmin edici bir yanıt veremediler. Yani bize bilincimizi veren ruh tözünün de hiç iyi bir açıklama olmadığı o günlerden bu günlere çok aşikardı ancak söylemiş olduğumuz gibi birçok insan ruhun varlığını günümüzde de kabul ediyorlar. İnsan, doğaüstü varlıklara inanma eğiliminde olan bir canlı ancak bizler tabi ki böyle bir cevaptan tatmin olamayız ve bu bilinç sorusunun yanıtını en güvenilir kaynaktan almalıyız, yani doğanın kendisinden. İşte bilimimiz bu yüzden elimizdeki en değerli ve en önemli araç. Felsefi olarak çok fazla şey yazabiliriz ama uzatmanın çok da önemi yok bilimden devam etmemiz gerekiyor.
Descartes'in ruh tözü fikrinin çok tutarlı ve isabetli bir fikir olmadığını ilk olarak Bohemya Prensesi Elizabeth göstermişti. Günümüzde de gerçeklikten son derece uzak. Diyebilirsiniz ki ''ee iyi de ruh diye bir şeyin varlığını test edemeyiz ki. Nereden bileceğiz var mı yok mu? Ya varsa?'' Evet haklısınız. Ruhun olmadığını size muhtemelen hiçbir zaman kanıtlayamayız, bilim de bunu yapamaz. Fakat işte tam olarak bu yüzden ruh gibi doğaüstü bir varlığın ya da bilincimizin doğaüstü bir nitelikle ilgili olmadığını düşünüyoruz. Çünkü kanıtlayamıyoruz. Descartes'in sunduğu hipotez yanlışlanabilir yani bilimsel bir hipotez değil ve bizlerin yanlışlanamayan bu varsayımlara düşük güvenç atamamız için gerekçelerimiz var. Bayesçi akıl yürütme, doğaüstü varlıklara ve psişik olgulara düşük olasılık atamamız konusunda fazlasıyla iyi bir yaklaşımdır ve çoğu bilim insanı da meselelere bu şekilde yaklaşır. Temel kuramlarımız, deneyimlerimiz ve bilimimiz evrenimiz içerisinde hiçbir sürecin doğaüstü müdahalelerle değil tamamen doğal süreçlerle, fizik yasalarına bağlı, fiziksel örüntüler sayesinde olageldiğini söyler. Bizler de en azından Natüralist yani doğanın sadece doğal olarak açıklanabileceğini savunan insanlar da ruh kavramına bu şekilde yaklaşacaktır. Bilimin de natüralist olduğunu söylersek yanılmış olmayız ve bilim de bize bilinç hakkında doğal bir açıklama verecektir.
Bilinci tam anlamıyla çözemedik ve elimizde kapsayıcı ve eksiksiz bir bilinç kuramı yok ama bu hiçbir zaman çözemeyeceğimiz anlamına gelmiyor. Bilimin, bilinci de çok iyi bir şekilde açıkladığı günlere tanıklık edeceğimizden şüphem yok. Bilim insanları genellikle beyin temelli, yani nörobilimsel bir yaklaşım benimser. Bu çerçevede bilinç, beyin aktivitelerinin belirli örgütlenme biçimlerinden doğan öznel deneyim, farkındalık ve dikkat durumudur.
Hiçbir bilim insanı ve nörolog bilinci doğaötesi olarak kabul etmezler. 100 milyar farklı nöronun birbirleriyle etkileşimleri ve belirli düzen oluşturmalarıyla bilinç meydana gelir ve her bir nöron bin ya da daha fazla sayıda nöronla bağlantı kurar. Toplamda 100 trilyondan fazla bağlantı vardır. Bizler artık biliyoruz ki daha küçük yapılı mikroskobik düzenlemelerin ve oluşumların birbirleriyle etkileşimleri ve ortak eğilimleri neticesinde makroskobik boyutta yeni ve farklı özellikler belirebilir. Buna Belirme diyoruz. Nöronlardan bilinç belirir. Renksiz atomlardan rengarenk bir tablo yaratılabilir gibi ve birçok örnek de sıralarız. Beynin içerisindeki Konektom'u yani tüm nöral etkileşimleri ve düzenlemeleri eksiksiz ve kusursuz bir şekilde bilmiyoruz ve muhtemelen şu anda bilme şansımız da yok ancak bazı basit beyinlere sahip canlıların Konektom haritalarını da çıkarmış durumdayız. Bilim hızla ilerliyor ve en zor, çözülmesi mümkün değil denilen sorulara bile yanıt vereceğini düşünüyorum. Biraz uzun oldu ama etkileyici olduğunu düşünüyorum.
Özet olarak şunu açık yüreklilikle ifade edebilirim ki bilinç tamamen sizin beyninizde oluşan, fizik yasalarına göre etkileşen, bilinçsiz, amaçsız, kavrayışsız, farkındalıksız atom topluluklarının meydana getirdiği insan üzerine etkili bir konuşma biçiminden ibarettir. Karmaşık ve etkileyici olması bizleri farklı açıklamalara yöneltebilirler ama bizler bilimle kalmaya, onun ışığında adımlamaya devam edelim, er ya da geç ama yavaş ama biraz hızlanarak sorularımıza cevap ala ala bu yolculuğa devam edeceğiz ama şunu hiç unutmayın, bu sonu gelmeyen bir yolculuk.
Kaynaklar
- D. C. Dennett. Consciousness Explained.
- S. Carroll. The Big Picture: On The Origins Of Life, Meaning, And The Universe Itself..
- R. Descartes. Meditasyonlar.