Platon duyularımız gereksizdir, hatta aldatıcıdır der. Ona göre gördüğümüz, duyduğumuz ve hissettiğimiz şeylerin arkasında görünmeyen şeylerde vardır. Gerçekten de belirli bir zamana kadar yaptığımız bilim ve felsefe gibi eylemler direkt gözleme dayandı ve doğa bilim adamlarını çok kez yanıltmıştır. Binlerce yıl güneş doğudan doğar batıdan batar denmiştir. Güneşi izlediğin zaman gerçekten de böyledir. Fakat 17. yy sonrası, teknolojik gelişmeler ile doğal duyularımızın önüne çıkan bariyerleri yıkan teknolojik cihazlar ortaya çıkmıştır(teleskop, pusula, mikroskop). Bu sayede güneşin doğudan falan doğmadığını, dünyanın güneşin etrafında döndüğü için bize öyle gözüktüğünü fark etmişizdir.
Peki bizim hiç tahayyül edemediğimiz duyulara sahip, varlık türlerini hissedemiyor, yani gözlemleyemiyor olabilir miyiz. Etrafımızda, akıp giden, hayalet gibi salınan büyük bir canlı topluluğu var ama biz bunları gözlemleyemiyoruz belkide.
Bunun cevabı teknolojidedir. Şu an fark edemediğimiz, varlığının kanıtlarını elde edemediğimiz, birbirimizden haberdar olamadığımız canlıları göremiyor isek ve bunlar var ise, bu canlıları tespit edebilecek teknolojik cihazlarımızın gelişimi için çalışabiliriz.
Fakat böyle bir canlı varlığının olduğunu, hipotetik olarak öne sürebilecek bir şey en azından fark etmeliyiz ki bu işin peşinden gidelim. Kara madde veya Kara enerjiyi aramak gibi bu varlıkları da arayabiliriz.
Bir mantık yürütme sonucu kafamda şöyle bir hipotez oluşursa; Vücudumuzda bizi kanser yapan henüz varlığını gözlemleyemediğimiz canlılar vardır. Bu canlılar mikroskop ile DNA deneyleri ile falan izlenemiyorlar çünkü bildiğimiz canlı varlıkların molekül yapısından tamamen farklı kimyasal elementlere ve atomlara sahipler. Algıları, duyuları ve hareketleri daha önce görülmemiş ve tahayyül edilmemiş bir şekildedir.
Bundan sonra artık görevim böyle bir canlı olduğunu kanıtlamaktır ve bunu yapabilmemi sağlayacak cihazı üretmektir.