Beyin kendi varlığının farkında olan tek organdır. Bizi biz yapan her şey, yaşadıklarımız, karakterimiz, anılarımız bu 1,5 kg ağırlığındaki süngerimsi nöron ağının içindedir.
Ölüm, beynin içinde kalıcı olarak, bütün elektriksel faaliyetlerin durmasının bir sonucudur. Doğal olarak biz aslında beyiniz. Kollarımız, ayaklarımız, gözlerimiz, kulaklarımız gibi organlar ise, beynin dış dünya ile bağlantı kurmasını sağlayan araçlardır. Kafatasımız beyni yani bizi korur, iskeletimiz, dış dünya ile bağlantı kuran bu araçları bir arada tutmaya yarar. Derimiz, bir kabuk gibi kasları ve iskeleti diğer uyarıcılardan korur. Yani beyin dışında diğer organların tek görevi, ona hizmet etmekten geçer.
Gelelim soruna; Beyin ölürse, biz de ölürüz. Beyinsiz bir vücut bitki gibidir. Kendi başına hareket edemez, beslenemez, göremez, duyamaz ama vücut ölürse, yaşamaya devam edebiliriz. Çünkü bizi biz yapan her şey beynin içinde yer alır, karaciğerimiz veya midemizin benliğimizle hiç bir alakası yoktur. Son zamanlarda bilim kurgu filmlerinde çok görülen, beyni bir bilgisayara aktarma veya insan beyniyle çalışan cyborglar gibi konuların altında bilimsel bir gerçek yatmaktadır. Vücudu sürekli yenileyerek ölümsüze yakın olmak fikri de gerçektir.
Bunun yapmamızı engelleyecek bir doğa kanunu yok fakat teknolojimiz henüz o seviyeye gelmedi, uzunca bir süre de gelmeyecektir. Yakın geçmişte yapılan bazı beyin implantları ile beyne dış uyarıcılar vererek, evrimleşmesini sağlayan ve insana yeni bir duyu kazandıran teknolojik gelişmeler yaşanmıştır. Stanford üniversitesinden Nörobilimci David Eagleman'ın çalışmaları beyni anlamamız açısından çığır açıcıdır ama beynin tamamını vücuttan ayırarak yaşatmaya çalışmak için önümüzde daha çok yol var.