Bu durum değişkenlere bağlı olarak neredeyse sonsuz kombinasyona sahiptir. Şehrin konumu, bulunduğu coğrafya ve iklim, nüfusu, sanayisi, jeopolitik konumu, ülkenin bulunduğu şartlar, ekonomik şartlar başta olmak üzere birçok değişkene bağlıdır.
Örneğin yüzbin gibi rakamlarla belirlenen bir nüfusa sahip anadolunun ücra bölgesi ve "önemsiz" şehirlerin barajlarının kuruması çok da önemli olmayacaktır. Çevre bölgelerden su taşınabilir. Ki burada önemli olan konu iklim. Belirli bir süreliğine mi barajlardaki su seviyesi azaldı yoksa uzun vadeli bir sorun mu bizleri bekliyor sorusu herşeyden önemli.
Örneğin İstanbul gibi bir şehir şu anki şartlarda uzun süre susuz kalmaz. Yakın zamanda yağışlar başlar ve baraj seviyeleri artar. Lakin İstanbul gibi bir metrapollerin hızla büyümesi gibi sorunlar bir süre sonra bölgesel klimatolojik sorunlar çıkaracağı ve hızla artan su tüketimine bu barajların dolması da fayda etmeyecektir.
Bu konudaki en iyi örnek İsrail. Su için dolaylı yoldan savaş çıkardılar ve su havzasını işgal ettiler. Bu durum çözüm olmayınca deniz suyunu artımaya kadar işi ilerlettiler.
Şehirlerin artan su probleminden ziyade metropollerin artan su problemleri var. Burdaki en büyük sorun ve hata da bilinçsizce şehir planları. Yanlış bölgeye sanayi kuruluşları kurulması. Bilinçsizce büyütülmesi.
Türkiye üzerinden örnek verelim, ve ülkemizdeki şehirleri değerlendirelim. İstanbul gibi bir şehir artık öldü. Öldürdük o şehri. Büyümeyi bırakın, o şehrin bugün itibari ile yarısının yıkılması gerekli. İstanbul gibi bir şehir; planlı,bilinçli bir şekilde tekrardan düzenlenmesi lazım. Bana göre nüfus en fazla 10 milyon olacak şekilde ve sıralı olmamak şartı ile yüksek binalar dikilmesi gereken bir şehir. Böylelikle olası depremde çok daha fazla toplanma alanı olmalı ve duvar etkisi yaratmayan binalardan uzak olarak şehire bolca yağış ve rüzgar girmesi sağlanacak şekilde yeniden yapılmalı.
Türkiye'de metrapoller nerede olmalı ? Verimsiz arazi, düzenli debiye sahip akarsuyu olan ve akarsuyun kaynağının ülke içinden doğan bir akarsuya yakın yerler yapılmalı. Örnek verecek olursak Fırat ve Dicle nehirlerinin taşkın arazileri dışındaki bölgeler olmalı. Taşkın araziler, tarım için verimli olacağı ve olası sel vakalarından uzak durulması için yapılmalı. Bu şekilde hem tarım arazileri yok edilmemiş olur hemde su sorunu minimum seviyede olacaktır. İstanbul iki tane platonun ortasında bir yerde. Çatalca-Kocaeli platoları oldukça verimli sanayinin ne işi var orada ? Ne işi var Çerkezköy'de? Götür Kırklareli'ne. Yıldız Dağlarına yakın olduğu için arazi zaten taşlık. Tarımda verim az. Birçok su kaynağı var ve üstüne Yıldız Dağları bölgenin etrafına duvar ördüğü için hem savunulması kolay hem de o bölgeler çok yağış alacağı için akarsuları bol. Şehrin klimatolojisini değiştirmeniz yüksek binalarla değiştirmeniz kolay değil.
O yüzden artık şehirlerde su sorununun yaşanmasını istemiyorsak, ordan burdan su taşımak ve dua etmek yerine bilimi dinleyerek daha uygun yerlere yeni şehirler inşaa etmemiz gerekiyor. Aksi halde sadece günü kurtarmaya yönelik çözümler buluruz...
Son olarak insanlar hiçbir şehirde susuz kalmayacak. Ancak bu şartları daha da zorlarsak milyar dolarlık ihaleleri sadece su taşımak için kısa süreli projelere harcayacağız. Su bir şekilde bir yerlerden getirilir veya arıtılarak bulunur. Ancak sorunun kökünde çözülmesi gerektiğini artık anlamamız lazım. İnatla binlerce yıldır doğa ile restleşiyoruz ve her seferinde kaybediyoruz kaybedeceğiz de. Doğanın da bir dili var. Coğrafya (alt dallarıyla birlikte) bu dili ve mesajları çok güzel anlayıp bizlere anlatabiliyor. Coğrafya'yı dinlemenin vakti geldi...