Dinler, bilimin açıklayamadığı olaylara açıklama üreten ve böylece bireylerin ve toplumların psikolojisini ayakta tutan bir olgudur. Bu düşünceden hareketle bilimin açıklayabildikleri arttıkça dine ihtiyaç azalır diyebiliriz. Kültürel bir olgu olarak dinler oluşumları sırasında, bilimle aralarındaki bu görev paylaşımının bilincinde olarak, bilimi teşvik edici öğeler barındırırlar. Ancak herhangi bir din yeterince yayılıp politik ve ekonomik hayata etki edebilir hale geldiğinde ruhban sınıfı oluşmaya başlar. Bu sınıf dini serbest dolaşımda bir söylenceler toplamı olmaktan çıkarıp değişime kapalı ve keskin hatlarla çizilmiş bir kurallar silsilesi haline getirmeye çalışır. Bu haliyle dinler ve ruhban sınıfı bilimle çıkarları kafa kafaya zıt birer sosyal olgu haline gelirler.
Bahsettiğimiz kırılma noktaları Hristiyanlık için Roma İmparatorluğu, İslamiyet için ise Osmanlı ve Safevi Devletlerince resmi din olarak kabul edilmeleridir. Bu iki süreç arasındaki yaklaşık sekiz yüzyıl, ruhban sınıflarının oluşma, güçlenme ve nihayetinde yıkılma olayları arasında da zaman farkı oluşturmuştur. Yani kilisenin hegemonyasındaki Hristiyan dünyası bilimin karanlık çağını yaşarken henüz ruhban sınıfı oluşmamış İslam dünyası bilimle barışık bir modernleşme sürecindeydi. Hristiyan toplumlar uzun mücadeler sonucu kilisenin etkinliğini kırmayı başardığında ise Müslüman toplumlardaki ruhban sınıfları en güçlü dönemlerini yaşıyordu.
Konuyla ilgili daha fazla okuma için "clericalism" araması yapabilirsiniz.