Gözle görülmeyen bir cephede, milyarlarca yıldır süren sessiz bir savaş var. Ne barış ihtimali var, ne de taraflar pes ediyor. Bu savaşın iki kadim düşmanı: bakteriler ve virüsler. Özellikle de sadece bakterilere saldıran virüs türü olan bakteriyofajlar.
Bakteriyofajlar, bir bakteriyi bulduğunda onu sadece hedef almaz; neredeyse bir biyolojik korsan gibi ele geçirir. Kuyruk benzeri bir iğnesiyle bakterinin zarını deler, içindeki genetik bilgiyi enjekte eder. O andan itibaren bakteri artık kendisi değildir. Virüsün komutlarını uygulamaya başlar, onun kopyalarını üretir. Sonunda bakteri parçalanır, içinden yüzlerce yeni virüs çıkar. Ama bu hikâyenin tek yönlü olduğunu sanmak büyük hata olur.
Bakteriler de zamanla öğrendi. Saldırıya uğradıkça savunma geliştirdiler. CRISPR-Cas adını verdiğimiz sistem, bakterinin düşmanı tanıyıp hafızasına almasını sağlar. Virüs aynı hatayı tekrar yaptığında, bu defa onu parçalayacak özel proteinlerle karşılaşır. Bu savunma o kadar gelişmiştir ki, biz insanlar bile artık bu sistemi gen düzenlemede kullanıyoruz.
Yani görünmez dünyada yaşanan bu mikroskobik savaş, sadece bir hayatta kalma çabası değil; aynı zamanda evrimsel zekânın, adaptasyonun ve moleküler stratejilerin muazzam bir sahnesidir.
Ve hâlâ sürüyor. Her bir damla suda, her bir avuç toprakta, her bir nefeste... Bakteriler ve virüsler, sonsuz bir çatışmanın içinde yollarını arıyor. Biri yaşamak, diğeri çoğalmak istiyor. Kimin kazanacağı ise hiçbir zaman kesin değil.