DEMOKRASİNİN İÇSELLEŞTİRİLMESİ İLE…
Yoksa var olan yasalar, bu yasaların temeli olan anayasalar ve bunların da üstünde olan temel insan hakları belgeleri ne söylerse söylesin kağıt üstünde kalmanın ötesine geçemez.
Hem güncel hem de yakıcı bir sorun bu ne yazık. Oysa bizlerin doğuştan sahip olduğu dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez haklarımız var hem de dünyanın her yerinde geçerli olan. Bunlardan biri adil yargılanma hakkıdır. Esasında buna “MASUMİYET KARİNESİ” eklendiğinde normal koşullarda sorunun kendisine bile ihtiyaç duyulmaz. Ancak demokrasi dediğimiz “meretin” kendisi bir toplumda içselleşmemiş ise, kağıt üzerindeki haklarınızın da, bu hakların garantisi de somut yaşamda karşılık bulmuyor.
Oysa bir hakkın hak olabilmesi için yaşamda somut bir karşılığının olması gerekiyor. Eğitim hakkımız var fakat okulumuz, öğretmenimiz yok ise, sağlık hakkımız var fakat hastanemiz, doktorumuz, ilacımız bizden esirgeniyor ise, yerleşme ve seyahat özgürlüğümüz var fakat yolumuz yok ise, beslenme hakkımız var fakat sağlıklı beslenebilecek imkanımız yok ise, barınma hakkımız var fakat evimiz veya ev sahibi olacak imkanımız yok ise, düşümce ve ifade özgürlüğümüz var fakat egemen bize “SÖYLEYECEĞİN HİÇ BİR ŞEYE KARIŞMAM FAKAT BAŞINA BİR ŞEY GELMEYECEĞİNİ GARANTİ EDEMEM “ diyor ise ve bunları DEMOKRATİK, LAİK, SOSYAL HUKUK devleti-devletleri, anayasalarında tanımlı görevleri gereği sağlayamıyor ise; orada hiçbir haktan ve dolayısı ile yaratıcısı hukuktan ve hedefi olan adaletten bahsedemeyiz.
Bu durum sorunun içeriği açısından adalet sistemi ve olmazsa olmazı adil yargılanma hakkı açısından da böyle ne yazık.
Demokrasiyi içselleştirmemiş toplumlarda, “miş” gibi yasalara tabi “miş” gibi kurumların “miş” gibi hizmetleri, “miş” gibi uygulamaları, icraatları, “ miş” gibi sonuçlar yaratır.
Hukuk düzeninin kapitalist sitemde özgürlükleri ve adaleti, “KAPİTALE DOKUNMADIĞIN SÜRECE “ diyerek sınırlaması, kendi koyduğu sınırları, egemen olmanın keyfiyeti ile bir tek kendisine çiğneme hakkı tanıması, bu sisteme tabi biz özge ülkelerde hem bu hem de siyasallaşmış yargının egemen kılınması, biata dayalı memur kafası ve hangi makamda olursa olsun o makamın gerektirdiği işin icracılarının bu minvalde liyakata değil sadakata tabi kılınışı; haliyle “YANLIŞ ZAMAN VE ZEMİNDE, YANLIŞ YOL VE YÖNTEMLE, YANLIŞ KİŞİLER VE TERCİHLER İLE DOĞRU SONUÇLAR ELDE EDİLEMEZ” zorunlu sonucuna bizleri götürür.
Fakat karamsar olmamak lazım. Hem bu ülkede hem de bu dünyada çağımıza yakışır bir adaletin sadece bizim için değil bizim dışımızdaki yaşam için de somut olarak hayat bulabilmesi için uğraşan insanlar da var. Hem de sayıları azımsanmayacak denli çok. Tek mesele; YETERİNCE GÖRÜNÜR DEĞİLLER ÇÜNKÜ DAĞINIKLAR… Sevgiyle…