Merhaba…
Yazdıklarını okurken gözüm doldu çünkü… ben de bir zamanlar senin gibi hissettim.
6 Şubat depreminden sonra… her şey anlamsızlaşmıştı. Bir gün uyanıp hiçbir şey yapamadım, sadece duvara bakıp durdum. Sonra başka bir gün — yine hiçbir şey yapamadım. Bu böyle günlerce sürdü.
İçimde hiçbir şey kalmamış gibiydi ama ironik şekilde de çok doluydum. Sanki tüm vücudum bağırıyordu ama dışarıdan ses çıkmıyordu. İnsanlara baktığımda herkes normal gibi davranıyordu ama ben o normalliğin dışında kalmıştım.
Ve açıkça söyleyeyim… kafayı yiyorum cümlesi o zamanlar benim de kafamda sürekli dönüyordu.
Ama bir gün — çok sıradan bir gün — eve yürürken yolda bir kedi gördüm. Küçücük bir şey. Öyle sakin bakıyordu ki… durdum. O an, ilk defa bir şey hissettim. Hayat her şeye rağmen devam ediyor. Hayatım alt üst olmuştu ama, nerden bilebilirdim ki hayatın altının üstünden daha iyi olduğunu? O gün orada hissettim bunu.
Belki minicik bir şeydi ama “hissettim” kelimesi, aylardır kuruduğunu sandığım iç dünyamdan çıkan ilk damlaydı.
O günden sonra her şey düzelmedi ama her gün, çok az da olsa, bir şey yapmaya başladım.
Bazen bir fotoğraf çektim, bazen küçük bir yazı yazdım, bazen sadece kalkıp yatağımı topladım.
Ve bunlar bana şunu öğretti:
Bazen hayatı düzeltemeyiz ama kendimize bir adım atmak bile karanlığın içinden bir mum yakmak gibi gelir.
Sen şu an o mumu yakmak üzeresin. Bu yazı, bu soruyu sorman, senin hâlâ bir şeyler hissettiğini ve değişmek istediğini gösteriyor.
Bence bu bile büyük bir başlangıç.
Senin yaşın ne olursa olsun, hissettiklerin geçerli. Kıymetli. Gerçek.
Ve bil ki yalnız değilsin.
Ben o kafesi tanıyorum. Ama o kafesin kilidi de içindeymiş meğer.
Bir gün açmayı öğreniyorsun, söz.
Bu cevabı sana değil, bir yanıyla geçmişteki kendime de yazıyorum. Bu yüzden seninle böyle kesişmek bile benim için çok kıymetli.