Eğer mutluluk bir zihinsel durumsa büyük ihtimalle insanın maddi koşullarına bağlıdır. Bu koşullara rağmen mutlu olabileceğinizi iddia etmek mümkündür ki Spinoza'nın ve antikçağ Stoacılarının görüşleri de buna yakındır. Fakat sağlıksız, tıka basa dolu bir mülteci kampında yaşamayı ya da doğal bir felakette çocuklarınızı kaybetmeyi hoş karşılayabilmeniz son derece olanaksızdır. Bununla birlikte, Aristotelesçi mutluluk görüşünde bu daha da açıktır. Bu erdemleri besleyen siyasal koşullarda rasyonel biçimde yaşayan özgür bir fail olmadıkça cesur, saygın ya da cömert olamazsınız. Bu nedenle Aristoteles, etik ile politikayı birbirine bağlı görür. İyi bir yaşam belli bir politik durumu gerektirir. Aristoteles'e göre bu, siz dışarıda mükemmel bir hayatı kovalarken angaryayı yapan köleler ve tabi kılınmış kadınlarla tedarik edilmiş bir durumdur. Mutluluk ya da yaşam kalitesi; kurumsal bir meseledir; yaratıcı güçlerinizi özgürce kullanacağınız toplumsal ve siyasal koşulları gerektirir.
Hayatınızı erdemli bir biçimde yaşadığınızı nasıl bilebilirsiniz? Burada bir dost ya da bir gözlemci sizden daha güvenilir bir yargıç olabilir. Aslında Aristoteles, etik konusundaki kitaplarını bir ölçüde, neyin gerçek anlamda mutluluk sayılacağını insanlara anlatmak amacıyla yazmış olabilir. Belki de bu konuda bir yanlış bilinç olduğunu düşünmüştü. Aksi takdirde tüm insanların öyle ya da böyle peşinde koştuğu bir amacı niye şiddetle salık vermesi gerektiğini anlamak zordur.
Dünyadaki varoluşumuz üzerine düşünmek varoluş tarzımızın bir parçasıdır. İnsanlık durumu postmodern düşüncenin iddia ettiği gibi, metafizik bir yanılsama olup çıksa bile tasavvur edilebilir bir düşünce nesnesi olmayı sürdürür. Diğer hayvanlar, örneğin yırtıcı hayvanlardan kurtulmak ya da yavrularını beslemek konusunda endişeli olabilir; ama ontolojik endişe denen şeye, başka bir deyişle, Jean-Paul Sartre'ın yararsız tutku olarak adlandırdığı ve bazen yoğun bir akşamdan kalmışlık halinin de eşlik ettiği, anlamsız, gereksiz bir varlık olma duygusuna dayalı bir tedirgin olmuşluk görüntüsü vermezler.
Heidegger, Sein und Zeit isimli çalışmasında insanın diğer varlıklardan kendi varoluşunu sorgulama yetisiyle farklılaştığını söyler. İnsan öyle bir yaratıktır ki varoluşun yalnızca belirli nitelikleri değil, başlı başına kendisi onun için bir sorunsaldır. Şu ya da bu durum, mesela bir yabandomuzu için bir sorunsal olabilir, ama teori hâlâ geçerlidir. Çünkü insanlar kendi durumlarıyla bir sorun, ikilem, endişe kaynağı, umut ilkesi, külfet, armağan, yılgı ya da saçmalık olarak yüzleşebilen özgün hayvanlardır. Bunun nedeni insanın özellikle, muhtemelen yabandomuzunun olamadığı bir biçimde, kendi varlığının sonluluğunun farkında olmasıdır. İnsan daima ölümün gölgesinde yaşayan belki de tek hayvandır.
Nietzsche'ye göre hayatın gerçek anlamı onunla baş edemeyeceğimiz kadar dehşetlidir ve bu nedenle eğer varlığımızı sürdüreceksek avutucu yanılsamalara ihtiyaç duyarız. Hayat dediğimiz yalnızca lazım olan bir kurmacadır. Fantezinin muazzam katkısı olmasaydı gerçeklik sona ererdi.
Bütün manevi faaliyetler vücutla bağlantılıdır çünkü bu tür insanlarız. Benim vücudumu ilgilendirmeyen herhangi bir şey beni de ilgilendirmez. Sizinle telefonda konuştuğum zaman fiziksel olarak olmasa da bir biçimde oradayımdır. Felsefeci Ludwig Wittgenstein'in dediği gibi eğer ruhun bir görüntüsünü isterseniz insan vücuduna bakın. Aristoteles için olduğu gibi Marx'a göre de mutluluk bir ruh hali değil pratik faaliyettir. Musevi geleneğine göre, ki Marx onun inançsız bir evladıydı, manevi, açları doyurmak, göçmenleri iyi karşılamak ve yoksulları zenginlerin şiddetinden korumak meselesiydi. Bu, dünyeviliğin, günlük varoluşun tersi değildi; belirli bir biçimde yaşamakla ilgiliydi.
Fakat eğer Schopenhauer günümüzde hâlâ okunuyorsa bu yalnızca insan varoluşunun en sefil ve saçma şekilde amaçsız, anlamsız olma ihtimaliyle, neredeyse diğer tüm filozoflardan çok daha içtenlikli ve acımasız biçimde yüzleşmesi nedeniyle değil, aynı zamanda söylemek zorunda olduğu çoğu şeyin kesinlikle doğru olması nedeniyledir de. Genel olarak insanlık tarihi bir uygarlık ve aydınlanma masalından çok bir kıtlık, ıstırap ve sömürü hikâyesi olageldi. Hayatın aslında bir anlamı, hatta şen bir anlamı olması gerektiğini düşünenler, Schopenhauer'in kasvetli itirazıyla yüzleşmek zorundadır ki kendi görüşlerini iç rahatlatan bir teselli olmanın ötesine götürmek için mücadele edebilsinler.