Paris'in şirin müzelerinden birinde, Karnavale'de, Fransız İhtilali'ne ilişkin eşyaları ve belgeleri seyrediyordum. Gözlerim salonun bir köşesine özenle yerleştirilmiş küçük bir kitaba takıldı. Altındaki etikete eğildim ve okudum: '1791 Anayasası' Fransa'nın ilk yazılı Anayasası. Biraz daha dikkatle bakınca alt satırdaki şu müthiş cümle beni dondurdu: 'İnsan derisi ile kaplanmıştır.' Bu küçücük, rengi sararmış kitap karşısında hürriyet savaşlarının derinliğini, uzunluğunu, özgürlük denilen şeyin bedava olmadığını insan bir kere daha anlıyor. Sanki her Anayasa insan derisiyle kaplı...
Türk Devrimi’ne göre laikliğin sadece din ve devletin birbirinden ayrılması olduğunu kabul etmiyoruz. Laikliği biz sadece din ve devlet ayrılması olarak kabul edemeyiz. Ona ikinci bir unsur katıyoruz, o da şudur; Devletin, dinci çevrelerin devlet işlerine karışmamasını sağlaması ve onu kesin ve güçlü bir şekilde kontrol etmesi. Eğer devlet bu kontrol sahip değilse asla laikliği yerine getiremiyor demektir. Bu kontrolü yapmadığı nispette, gösterdiği zaaf nispetinde laiklikten de uzaklaşıyor demektir. Devlet bu kontrolü yapmazsa, adı ne olursa olsun, Anayasası’nda ne yazarsa yazsın, şunu söylemek mecburiyetindeyiz ki o devlet laik olamaz. Her şeyden önce din ve devlet ayrılığına evet. Fakat yeterli değil. Aynı zamanda devletin kontrolü lazım.