Harvard biyologlarından Stephen Jay'in yazdığı üzere, Bilimin büyük kısmı hikâyeler anlatarak ilerler ve iyi anlamda olsalar bile, sonuçta hikâyedir bunlar. Sözgelimi insan evrimine ilişkin geleneksel senaryolar avlanma, kamp ateşleri, karanlık mağaralar ve ayinler ile alet yapımı, ergenliğe varış ve ölüm masalları üzerine kuruludur. Bunların ne kadarı kemikler ile insan yapıtlarına, ne kadarı edebiyat normlarına dayanır?
Geçmişte olanlar eşsiz ve karmaşıktır. Laboratuvar şişesi içinde yinelenemez.
Eksik bir bilgeden daha yanıltıcı ne olabilir ki
Eğer ki kendimiz ile doğa arasındaki duygusal bağı kuramazsak, türleri ve çevreyi kurtarmayı da asla başaramayacağız... Çünkü biz, sevmediğimiz şeyler için mücadele vermeyen bir türüz.
Ben; Einstein'ın beyninin kıvrımları veya kütlesiyle, onunla neredeyse eşit yeteneğe sahip kişilerin pamuk tarlalarında ve terhanelerde yaşayıp öldüğü gerçeğinden daha fazla ilgilenmiyorum.
Bizler hikaye anlatıcı hayvanlarız ve günlük yaşantılarımızın sıradanlığını kabul etmeye tahammül edemiyoruz.