İlk iş idaresi danışmanlarından olan Frederick Taylor bundan yüz yıl önce bu yaklaşımı, Çalışanların işverenden istedikleri tek şey daha yüksek maaş, diye desteklemişti. Bilimsel yönetim yaklaşımıyla ün kazanan Taylor, işletme verimliliğini artırmak için çalışanların performansının tam olarak ölçülmesi gerektiğini söylüyordu. Onun teorisine göre fabrikada bir vidanın kaç dakikada sıkıştırıldığını ya da kaç dakikada bir paket yapıldığını ölçmek için her işçinin başında elinde kronometreli bir yönetici durması gerekiyordu. Taylor için ideal işçi düşünmeyen bir robottu: Öyle aptal, öyle kayıtsız olmalı ki zihinsel açıdan bir öküzden farkı olmamalı.
Taylor bu yaklaşımıyla tüm zamanların en etkin iş idaresi uzmanı oldu. Taylor'ın bilimsel yönetim ilkeleri onun biyografisini kaleme alan yazarın ifadesiyle, Bir virüs gibi dünyaya yayıldı.
Herhangi bir konu üzerinde çalışırken ya da bir felsefeyi ele aldığınızda kendinize sadece gerçeklerin ne olduğunu ve nasıl bir hakikati ortaya koyduklarını sorun. İnanmak istediğiniz ya da inanıldığı zaman topluma faydası olacağını düşündüğünüz şeylerin sizi yönlendirmesine izin vermeyin. Yalnızca ve yalnızca gerçeklerin ne olduğuna bakın.
(Bertrand Russell)
Adam Smith kapitalizmin İncil'i kabul edilen Ulusların Zenginliği kitabından tam on yedi yıl önce Ahlaki Duygular Kuramı adlı kitabı yazmış. O kitabında şöyle paragraflar bulunuyor:
Kişinin her ne kadar bencil olduğu varsayılsa da tanıklık ettiğinde duyduğu zevkten başka bir kazancı olmamasına rağmen başkalarının refahıyla ilgilenmesini mümkün kılan, doğal olarak sahip olduğu içgüdüleri vardır.
İkinci Dünya Savaşı bittikten sonra araştırmacılar elde ettikleri sonuçları yayımladılar ve bunları benzer araştırmalar takip etti. 2001 yılında Amerikan Gizli Servisi Washington, Fort Hunt'ta yaklaşık dört bin Alman savaş esirinin konuşmalarını gizlice dinlemiş ve ortaya 150.000 sayfalık bir deşifre metni çıkmıştı. Bu konuşmalar Wehrmacht'ta görev yapan sıradan bir askerin dünyası ve düşünceleri hakkında benzersiz bir bakış açısı sunuyordu.
Almanların büyük bir savaş ruhuna sahip oldukları anlaşılıyordu. En çok sadakat, dostluk ve fedakârlığa önem veriyorlardı, Yahudi düşmanlığı ya da ideolojik temizlik hedefi küçük bir rol oynuyordu. Bir Alman tarihçi, Fort Hunt'tan gelen dinleme kayıtlarından sıradan askerlerin çok az bir kısmında siyasi bilinç olduğu anlaşılıyor, demişti.
Homo sapiens'le ilgili tuhaf bir şey daha var. Şöyle düşünün: Machiavelli duygularımızı hiçbir zaman açık etmememizi öneriyor. Yüzümüz ifadesiz olmalı, utanç duymak gereksiz. Önemli olan tek şey hangi yolla olursa olsun kazanmak. Peki, bu utanmaz tipler hep kazanıyorsa hayvanlar âleminin yüzü kızaran tek türü neden insan?
Charles Darwin yüz kızarması hakkında tüm ifadeler içinde en tuhaf ve en insancıl olanı demiş. Çevresindeki misyonerlerden tüccarlara, işgalci bürokratlara kadar herkese mektup göndererek onların bulunduğu yerlerde de yüz kızarması görülüp görülmediğini sormuş. Olumlu cevap almış, her yerde insanların yüzü kızarıyormuş.
Homo sapiens'le ilgili tuhaf bir şey daha var. Şöyle düşünün: Machiavelli duygularımızı hiçbir zaman açık etmememizi öneriyor. Yüzümüz ifadesiz olmalı, utanç duymak gereksiz. Önemli olan tek şey hangi yolla olursa olsun kazanmak. Peki, bu utanmaz tipler hep kazanıyorsa hayvanlar âleminin yüzü kızaran tek türü neden insan?
Charles Darwin yüz kızarması hakkında tüm ifadeler içinde en tuhaf ve en insancıl olanı demiş. Çevresindeki misyonerlerden tüccarlara, işgalci bürokratlara kadar herkese mektup göndererek onların bulunduğu yerlerde de yüz kızarması görülüp görülmediğini sormuş. Olumlu cevap almış, her yerde insanların yüzü kızarıyormuş.
Ortaçağ sonlarında da Avrupa'da işbirliği patlaması yaşanıyordu. Tarihçi Tine de Moor 11. yüzyıl ile 13. yüzyıl arasında kalan dönemi sessiz devrim olarak niteliyor. Giderek daha fazla arazi ortak olarak ekilip biçiliyordu. Loncalar, bölgesel su idareleri ve toplu konutlar mantar gibi çoğalıyordu.
Aydınlanmacı ekonomistler o dönemde ortak tarım alanlarından yeterince verim alınamadığı görüşündeydiler. Hükümetlere, çitleme adı altında, müşterek alanların parsellenmesi ve zengin toprak sahiplerinin arasında paylaştırılması yönünde tavsiyede bulundular.
18. yüzyılda kapitalizmin yükselişinin doğal bir süreç olduğunu düşünen varsa yanılıyor. Dünyanın her yerinde çiftçileri tarlalardan alıp fabrikalara sokan piyasanın görünmez eli değil, devletin süngüsüydü.
Ancak 19. yüzyıl sonlarında, öncesinde hiçbir plan yapılmadan işçiler tarafından sayısız birlik, sendika ve kooperatif kurulmaya başlandı ve bu gelişmeler ileride şekillenecek refah devletinin temellerini oluşturdu.