Dolayısıyla uygarlıkların ve devletlerin yükselişiyle ilgili tarihsel anlatılara hayat vermiş temel terimler karşısında militan biçimde agnostik olmamız gerekiyor. Entelektüel kuşkuculuk da son bulgular da bu yöne işaret ediyor. Örneğin bitkilerin evcilleştirilmesi ve kalıcı yerleşimlerle ilgili tartışmaların çoğu, üzerinde çok durmadan ilk insanların tek bir noktaya yerleşmeye can attıklarını varsaymaktadır. Bu varsayım, geçmişi haksız bir şekilde, konargöçer insanları ilkel kişiler olarak damgalayan tarım devletlerinin standart anlatısıyla okumaktır. Toplumun yerleşik hayata geçme istenci verili bir şeymiş gibi kabul edilmemelidir.
Toplumsal evrim üzerinde çalışanların bir süreliğine tercih ettiği kuramsal yaklaşımlardan biri, tarımı, getirisi sonradan gelen bir faaliyet olduğu için büyük bir uygarlaşma adımı olarak betimliyordu. Bu teze göre çiftçi alanı ekime hazırlaması, yabani otları temizlemesi, bitki olgunlaşıncaya ve (umut edilir ki) mahsul verinceye dek onunla ilgilenmesiyle uzun vadeli düşünmek zorunda olduğundan nitel açıdan yeni bir kişiydi. Bana göre bu tezde son derece hatalı olan şey, ziraatçıları betimleme biçiminden ziyade avcı-toplayıcıları karikatürize etmesiydi. Bu tez örtük bir kıyaslamasıyla avcı-toplayıcı kişileri dürtüleriyle hareket eden, bir ava rastlama veya ağaçlardan ve çalılardan toplanacak dişe dokunur şeyler (anlık getiri) bulma umuduyla arazide dolanan basiretsiz ve hazırlıksız mahlûklar olarak göstermekteydi.
Hâlâ geniş kesimlerce savunulan varsayıma göre, avcılık ve toplayıcılık öyle çok hareketli ve dağınık olmayı gerektiriyordu ki yerleşik hayat söz konusu bile değildi. Oysa yerleşik hayat tahıllarla hayvanların evcilleştirilmesinden çok öncelere dayanmakta olup tahıl ekiminin sınırlı olduğu veya hiç yapılmadığı yerlerde de sık sık devamlılık göstermiştir. Son derece net gerçeklerden biri de, evcilleştirilmiş tahıllar ve hayvanlarla ilgili bilgilerin tarım devletlerini andıran yapıların ortaya çıkışının çok öncesine dayandığı, hatta önceden tahayyül edilenden çok daha eskilere gittiğidir. En son bulgular ışında, bu iki temel evcilleştirmeyle onlara dayanan ilk tarım ekonomilerinin ortaya çıkışı arasında dört bin yıllık bir uçurum olduğu düşünülmektedir. Açık ki, atalarımız alelacele neolitik devrimi yapıp ilk devletlerin kollarına koşmamışlardır.
Evcilleştirme terimi normalde Homo sapiens pirinci evcilleştirdi (yahut) koyunları evcilleştirdi cümlelerinde olduğu gibi çeşitli ve etken bir fiil olarak anlaşılır. Bu kullanım evcilleştirilen varlıkların etkin birer fail olduklarını göz ardı etmektedir. Örneğin bizim köpeği ne derece evcilleştirdiğimiz yahut köpeğin bizi ne ölçüde evcilleştirdiği çok net değildir. Ayrıca ortamı ve gıdaları uygun buldukları için çağrılmasalar bile yeniden yerleşim kapına davetsiz birer misafir olarak giren ortakçılara (serçeler, fareler, ekin kurtları, keneler, tahtakuruları) ne demeli? Ya baş evcilleştirici Homo sapiens? En sevdikleri tahıllar için ve güttükleri hayvanların gündelik ihtiyaçlarıyla uğraşmak adına toprağı sürmeye, bitki ekmeye, ot ayıklamaya, hasat toplamaya, havan dövmeye, öğütmeye mahkûm kalmış insanlar da evcilleşmemiş midir? En azından yemek vakti gelinceye dek kimin kime hizmet ettiği neredeyse metafizik bir sorudur.
Devletin, öz imgesine ve standart tarihsel anlatıların çoğunda sahip olduğu merkezi konuma rağmen, ilk kez sahneye çıkmasının ardından geçen binlerce yıl boyunca, insanlığın büyük bölümünün yaşantısında bir sabit değil bir değişken (ve hayli istikrarsız bir değişken) olduğunu unutmamak gerekir.