Psikoterapinin temel ilkelerinden biri insanların duygularını kelimelere dökmelerini sağlamaktır, eyleme değil.
Terapistin kendini açması hasta için manevi bir yük olabilir ve hasta terapiste ilgi gösterme, kızma veya onu kıskanma ihtiyacı duyabilir ki bu da iyileşme sürecine ket vurur.
Belki de Sherry'de narsistik kişilik bozukluğu vardı; bu rahatsızlığı olan hastalar altta yatan duygusal bir boşluğu ve güvensizliği doldurabilmek için yüzeysel zevklerin peşinde koşarlar.
İrdeleyici psikoterapinin yarattığı gerginlikle baş edemeyen, sınırda psikotik dediğimiz bir hastaydı. Sınırda hastalar, psikolojik durumları normal kaygı ile psikoz arasındaki çizgiyi oluşturan hastalardır. Stres altındayken gerçekliği çarpıtma eğilimi gösterirler, sanrılar, halüsinasyonlar görürler.
Diyabetiklerin vücudu yeterince insülin üretemez. İnsülin kandan şekeri alarak enerji için hücrelere gönderen doğal bir vücut hormonudur. İnsan bir yemekten sonra yeterli miktarda şeker veya karbonhidrat sindirmeden kendisine gereğinden fazla insülin enjekte ederse kanındaki glikoz düzeyi aniden düşüşe geçebilir. Şeker beynin ana enerji kaynağı olduğundan, beyin şeker seviyesinin düşmesi Katie'yi amnezi odaklı bir sanrıya sürüklemişti.
Freud terapistin hasta açısından nüfuz edilemez nitelikte olması gerektiğini düşünürdü. Bu Freudyen yaklaşım, hastayı fantezilerini terapiste yansıtmaya teşvik eder, terapist de hastanın içsel yaşamı için bir tür ayna işlevi görürdü. Oluşan yansıtmalar ya da aktarımlar üzerinden çalışma süreci, hastanın kendisini daha iyi anlamasına yardımcı olur, zihinsel semptomlarını azaltırdı.