Thompsoncı anlamda tecrübe önemlidir, çıkmaz sokakları, yitirilmiş davaları ve kaybedenleri hatırlamak önemlidir. Direniş ve mücadeleyi, bilinçlenmiş bir sınıfın büyük kalkışmaları olarak görmek yerine, süreç içinde deneyimlerle öğrenilen ve biriken ilişkiler ile itirazlar olarak tanımlamayı tercih eder Thompson. Dolayısıyla bireysel ve kolektif direnişi, sınıfı ören ve yaratan tecrübeler olarak görmek gerekir.
Kent, genelde işçi sınıfı ve sermaye sınıfının antagonizmaları tekrar üretmemek adına mekânsal karşılaşmaması üzerine kurulur. Engels'in 1845'te yaptığı değerlendirmelerin hâlâ geçerli olduğu söylenebilir. Engels, Manchester kentini anlatırken şöyle der: Kent, öyle kurulmuştur ki, kişi kendini işi ve eğlence gezintileriyle sınırlarsa, bu kentte yıllarca yaşasa da, her gün sokağa çıksa da emekçi mahalleleriyle hatta işçilerle bile karşı karşıya gelmeyebilir. Bunun başlıca nedeni, dile getirilmemiş bilinçsiz bir uzlaşmayla olduğu kadar, söze dökülmüş bilinçli bir kararlılıkla da emekçi halkın mahalleleri, orta sınıf için ayrılan kent mahallelerinden bıçakla keser gibi ayrılmıştır.
İnsanın diğer insanlara yabancılaşmasını ise Marx şöyle ifade ediyor: İnsanın kendi emeğinin ürününden, hayat-etkinliğinden, türsel varlığına yabancılaşması olgusunun dolaysız bir sonucu, insanın insana yabancılaşmasıdır. İnsan, nasıl kendi kendisiyle karşı karşıya geliyorsa, öteki insanla da karşı karşıya gelmektedir. İnsan, üretken etkinlik ile kendini, becerilerini ve yaşamı üretecekken, kapitalizmde insan olmak anlamına gelecek her şeyden uzaklaşmaktadır.
Yabancılaşmanın ilk uğrağı, işçinin kendi üretici etkinliğine yabancılaşmasıdır. 1844 El Yazmaları'nda, Marx çalışmayı şöyle tanımlamaktadır. Çalışma işçinin dışındadır, yani onun özsel varlığına ait değildir. Onun için çalışırken kendini olumlamaz, yoksar, mutlu değil mutsuzdur, fiziksel ve zihni enerjisini serbestçe geliştirmez, bedenini harcar ve zihnini yok eder.
İşçi, kendisini ne kadar harcarsa, kendi karşısında yarattığı yabancı nesnel dünya o derece güçlenir, kendisi - iç dünyası - ne kadar yoksullaşırsa, kendine ait şeyler de o kadar azalır.
- K. Marx
Zanaatkârlık, kapitalist emek süreci örgütlenmesini önceleyen tarım dışı başat üretim faaliyeti olarak, belli bir süre öğrenmenin ardından yapılan işe hâkimiyet ile büyük ölçüde el emeği yoğun bir üretimdir (Sennett). Zanaatkârlık, işçilik, ustalık, meslek, el sanatı, el becerisi gibi kavramlarla birlikte düşünülmektedir. Zanaatkâr üretimin, Marx'ın emek süreci kavramsallaştırmasını geliştirirken de önemli bir referans noktası olduğu söylenebilir. Zanaatkârın yaptığı iş üzerindeki hâkimiyeti, diğer bir deyişle, işin tasarımı ve uygulamasını kendisinde toplanması, emeğin yaratıcı ve dönüştürücü potansiyelini göstermektedir. Marx'a göre, kapitalist emek süreci tam da bu yaratıcı ve dönüştürücü potansiyeli artı-değer üretimi için yok etmiştir. İşin denetimi, tasarımı sermayenin eline geçtiği ölçüde emek süreci emek için yalnızca uygulamanın yapıldığı bir ana dönüşmüştür.