Freud'a göre akıl ve özgürlük birbiri için gereklidir. İnsan babacan Tanrı yanılsamasından vazgeçip evrendeki yalnızlığıyla ve önemsizliğiyle yüzleşirse baba evini terk etmiş bir çocuk gibi olur. Ne var ki, insan gelişiminin başlıca gayesi bu çocuksu düşkünlüğün üstesinden gelmektir. İnsan gerçekle yüzleşmek için kendini eğitmelidir. İnsan kendi doğal duyuları dışında güveneceği bir şey olmadığını bilirse bu duyguları gereği gibi kullanmayı öğrenir. Yalnızca kendini - tehdit eden ve koruyan - otoriteden kurtarıp bağımsız kalmış özgür insan, yanılsamaya düşmeksizin kendinde var olan yeteneklerini geliştirip kullanarak aklının gücünden yararlanabilir, böylelikle de dünyayı ve dünyadaki rolünü nesnel bir şekilde kavrayabilir. Yalnızca büyüyüp, otoriteye bağımlı ve otoriteden korkan çocuklar olmaya bir son verirsek kendi varlığımız üzerine düşünmeye cesaret edebiliriz. Tabi ki bunun tersi de doğrudur. Yalnızca düşünmeye cesaret edersek kendimizi otoritenin egemenliğinden kurtarabiliriz.
Freud'a göre, insanın yarattığı uygarlıkla temel ilişkisi suçluluk duygusu üzerine kurulur. Toplum, insanın yaşamını sürdürmesi için kaçınılmaz, zorunlu bir örgütlenmedir ancak bunun bedelini içgüdüsel arzularından vazgeçerek ödemektedir. Suçluluk duygusu Freud'a göre, bu ontik uzlaşmanın yarattığı anksiyetenin bir ifadesidir. Bu bağlamda düşünülürse insanda anksiyetenin temeli varoluşsaldır. Uygarlık, insanın daima hoşnutsuz ve mutsuz olacağının bir tür garantisidir.
Freud'a göre insan, özü itibariyle mutsuzdur. Fırtınalar, depremler, salgın hastalıklar tarafından tehdit edilmediğinde, tahrip olan bedenini seyreder, ölümünü bekler. Bu takıntılardan çeşitli yollarla uzaklaştırır kendini. Zihni başka bir yöne çekmenin en etkili ve bilinen yolu dindir. Diğer ise, çok daha anlamlı ve yararlı olan çalışmadır. Ama sonunda bu etkinlikler de yeterli olmaz. İnsanlar mutsuz olduklarında uygarlığa düşman olurlar. Bilime karşı modern çağdaki direniş ve muhalefet, bu düşmanlığın sadece bir örneğidir. Teknik ilerlemeler mutluluk getiremez. İnsanlar birbirlerine karşı çok acımasızdır. Uygarlığın başlıca katkısı, insanları komşularının kötü niyetlerinden korumasıdır. Freud'un iddiasına göre, uygarlık insanların birbirlerini öldürmesini engeller.
Freud dinin, dindarları ve müminleri tam olarak mutlu etmediğini ya da uygarlığa uyum sağlamalarına yardım etmediğini ileri sürmüştür. Bu konuda şunları şöyler; Şaşırtıcı sayıda insan uygarlıkla tatmin olmamakta ve mutsuz. Uygarlığı kurtulunması gerek bir boyunduruk gibi hissediyorlar. Oysa bilimsel zihniyet dünya işleri karşısında özel bir tavır sağlar. Bilgi hazinelerine ulaşabilen insanların sayısı ne kadar artarsa, dini inançlardan kopuş da o kadar yaygınlaşır.
1927'de Freud, Bir Yanılsamanın Geleceği adlı dinin kökenlerini araştırdığı kitabında, toplum ve birey arasındaki ilişkiyi tartışmakla işe başlar. Kültür, ona göre; doğanın güçlerini kontrol etmek için vardır. Bireyler, toplumun esenliği ve bütünlüğü için arzularını bastırmaya ve denetlemeye meşru olarak zorlanmalıdırlar. Toplumsal örgütlenme düzeyi, geliştirdikleri teknoloji ve kültür ne denli ileri seviyede olursa olsun, insan yine de deprem, sel ve diğer doğal afetler karşısında çaresizdir. Freud, insanların doğayla kurdukları ilişkiyi çocuğun ana babasıyla olan ilişkisine benzetmekteydi. Bu iki temel ilişki arasında mahiyet farkı görmüyordu. Çocuklar, büyümek için kendilerini korumak durumunda olan ana babaya bağımlıdırlar. Ergin olduklarında, ana babaya olan bağlarını çocukken ana babanın doyurduğu aynı 'çocuksu' arzu ve fantezilerini doyurmak için tanrılara ihtiyaç duyarlar.