İnsanın duygularını yönetmedeki ya da denetlemedeki acizliğine esaret adını veriyorum. Çünkü duygularına boyun eğen bir insan kendi denetimi altında değil, daha çok kaderin denetimi altındadır; hatta kaderin gücüne o kadar teslim olmuştur ki, iyinin ne olduğunu gördüğü halde yine her fırsatta kötünün peşinden gitmeye zorlanır.
Burada üstünde durmaya çalıştığım bütün önyargılar aslında dönüp dolaşıp tek bir noktada, yani insanlar arasındaki yaygın inanç noktasında kitleniyor: insanlık doğadaki her şeyin aslında kendileri gibi belirli bir amaca yönelik hareket ettiğini sanıyor, çünkü onlara göre, Tanrı her şeyi insan için, insanı da kendisine tapsın diye yarattı.
Ayinesi iştir kişinin lafına bakılmaz. Yardımseverlik, sevinç, huzur, sabır, şefkat, iyilik, bağlılık, yumuşak huyluluk ve özdenetim gibi, hiçbir yasanın yasaklayamayacağı şu zenginlikleri bol bol sergileyen kişi, ister onu akıl eğitmiş olsun, isterse yalnızca Kutsal Kitap, aslında Tanrı tarafından eğitilmiştir ve sonsuzca mutludur.
Çünkü Kutsal Kitap'ın, şeyleri yakın nedenleriyle açıklamadığını gösterdim. Kutsal Kitap, bunları, insanlarda, özellikle de halk tabakasında, sofuluk uyandırmaya en uygun düzen ve deyimlerle anlatmakla yetinir. Bu yüzden, Tanrı ve şeylerden söz ederken çok yanıltıcı bir dil kullanır. Çünkü amacı akla yatan şeyler söylemek değil, insanların hayalgüçleri ve fantezilerini okşayıp ele geçirmektir.
Yığınlar hurafeden kurtarmak, korkudan kurtarmak kadar imkansızdır. Son olarak da, yığınların itaatsizlikte direndiklerinin ve akıl tarafından yönetilmek şöyle dursun, övgüye ve sövgüye doğru kör bir atılımla kendilerini bırakıp sürüklendiklerinin farkındayım. Demek ki yığınları ve onlarla aynı duyguların tutsağı olanları, bu sayfaları okumaya davet etmiyorum.
Belirttiğimiz gibi, önceki bölümden çıkan sonuç peygamberlerin daha mükemmel bir zihinden çok, daha canlı bir hayalgücüyle donatılmış olduğunu gösterir.
Hayalgücü daha baskın olanların saf anlama yetenekleri hiç de gelişmiş değildir. Tersine, anlama yetenekleri baskın olup, onu olabildiğince geliştirenlerin hayalgücü daha ölçülüdür. Sanki bu hayalgücü, anlama yeteneği bulaşmasın diye, dizginlenmiştir. Demek ki peygamberlerin kitaplarından bilgelikle tabii ve manevi şeylerin bilgisini kim elde etmek isterse, o tam bir yanılgıya düşmüş olur.
İnancın temelleri bir kez ortaya koyulduktan sonra, nihayet şu sonuca varıyorum: Vahyedilmiş bilginin itaatten başka hedefi yoktur. Dolayısıyla, hedefiyle olduğu kadar, temelleri ve araçlarıyla da tabii bilgiden ayrılır. Böylece onda tabii bilgiye ortak olan hiçbir yan bulunmaz. Bunlardan her biri, diğerine aykırı düşmeden ve ona hizmet etmek zorunda kalmadan, kendi alanında hüküm sürer.