Bilimi, sadece iki değil de çok sayıda tarafın olduğu bir mahkeme olarak düşünmek gerek. Her bir makale, taraflardan birinin söz alıp kendi savunmasını yaptığı bir metinden ibaret (o nedenle de tekil bir makaleye gereğinden fazla önem verilmemeli).
Tıpkı gerçek duruşmalarda olduğu gibi, "bilim duruşmaları"nda da her "savunma" sırasında daha önce bilmediğiniz, bambaşka açılar öğrenme imkanınız oluyor. Tabii ki gerçek duruşmalarda olduğu gibi, bilimsel duruşmalarda da taraflar, bulgularını olabildiğince kendi perspektifini parlak gösterecek şekilde yorumluyorlar; buna şüphe yok (son dönemde çıkan "K2-18b'de yaşam izi" haberleri buna süper bir örnek). Bu, "yalan söylemek" demek değil, çünkü gerçekten de birebir aynı veri setine bambaşka açılardan, bambaşka önceliklerle bakmak mümkün.
Ama önemli olan, herkesin kendi perspektifinden baktığı bu süreçte eldeki verilerin en fazlasını en isabetli şekilde izah eden anlatının hangisi olduğunu bulabilmekte. O nedenle de "bilimsel konsensus ("görüş birliği")" dediğimiz şey en yüksek sesle gürleyenin değil, en fazla sayıda akademisyeni bulgularıyla ikna edip, kendi perspektifinden bakmaya teşvik edenlerle belirleniyor. Diğer akademisyenler de bunu seçici bir şekilde yapmak zorundalar, çünkü fonlarını ve en kıymetli şeyleri olan zamanlarını buna harcayacaklar. Elbette politikada olduğu gibi bilimde de demagoglar geçici olarak bir sahanın ufak bir kısmına hükmedebilirler; ancak bunun uzun soluklu olması imkansızdır. Çünkü gerçek duruşmalarda olanın aksine bilimde hâkim, sıradan bir ölümlü ve zafiyet dolu bir insan değil; bilimsel sorgularımız konusunda "mutlak yargıç" konumunda olan doğadır.