Dilin Gücü
İnsan bir sesle başladı yolculuğa
kalbinden doğan ilk kelime
bir duadır belki,
belki bir haykırış
Ve o an,
dünya bir anda büyüdü.
Dilin gücü
duvarları aşan bir köprü oldu önce,
bir anne duasıydı,
bir dost tesellisiydi.
Sonra bir kılıç gibi keskinleşti,
bir krallığın fermanına dönüştü.
Söz, hükme,
hüküm, emre,
emir, itaate dönüştü.
Ve biz unuttuk,
dil sadece anlatmak değil,
anlamaktır da.
Unuttuk,
sözlerin gücü
yıkmak kadar
inşa etmeye de yeterlidir.
Yazının Laneti
Yazı, zamanı durdurmak isteyenlerin duasıydı.
Unutulmamak isteyenlerin silahı.
İlk harf taşa kazındığında
insanlık bir hafızaya kavuştu.
Ama aynı zamanda
unutma erdemini yitirdi.
Yazı, önce kutsaldı.
Sonra silaha dönüştü.
Kitaplar yakıldı,
kitaplar uğruna canlar yakıldı.
Her satırda bir anlam vardı
ama her anlamda
bir dogma gizliydi artık.
Yazının laneti
satır aralarında değil,
onu mutlak sanan gözlerdedir.
Çünkü yazılan her şey doğru değildir,
ama her doğru
bir gün yazıya muhtaç kalır.
Bilginin Sorumluluğu
Bilgi, bir ışıktır.
Ama her ışık
gölge doğurur ardında.
Ve biz,
gölgenin adını unuttuk.
Sadece ışığı kutsadık.
Bilenler,
bilmeyeni küçümsedi.
Bilgiyle büyüyenler,
bilgelikten uzaklaştı.
Oysa bilgi bir taç değil,
bir yük, bir sorumluluktur.
Bilgili olmak,
herkesten üstün olmak değil,
herkese karşı daha sorumlu olmaktır.
Çünkü bilen,
görendir.
Ve görenin,
görmeyene karşı
bir borcu vardır.