Kristof Kolomb, veya asıl İtalyan adıyla Cristoforo Colombo ise doğunun zenginliklerine ulaşmak için başka bir yolun olduğunu düşünüyordu. Hayalperest bir eylem adamı olan Kolomb, Dünya'nın bir küre olduğundan yola çıkarak Atlantik'te batıya doğru yapacağı bir yolculuğun onu doğuya ulaştıracağını düşündü. Bu düşüncesini tasarı olarak çeşitli Avrupa hükümdarlarına sundu. Portekiz, Fransa ve İngiltere'den ret yedi. İspanya'da hükum süren Kraliçe Isabella ve Kral Fernando ise, Kolomb'un yolculuğunu finanse etmeyi kabul etti.
Kolomb ve mürettebatı, 3 Ağustos 1492'de Kastilya topraklarından 3 karavela (Pinta, Niña ve Santa María) ile denize açıldı. Öncelikle Kanarya Adaları'na uğradılar ve orada biraz kalmaları icap etti. Şartlar elverdiği gibi hemen batıya doğru açıldılar. 12 Ekim'de, İspanya'dan ayrılmalarının üstünden 70 gün geçtikten sonra, bugün Bahamalar olarak bildiğimiz adalar bölgesine ayak bastılar.
Hepimiz Avrupalıların yüzyıllar boyunca Amerika yerlilerine neler çektirdiklerini az çok biliriz. Amerikaların keşfinden sonra baş döndürücü bir hızla gelişmeye başlayan sömürge imparatorluklarına da aşinayızdır. Ancak sanılabileceğinin aksine Kolomb ve mürettebatının yerlilerle olan ilk teması hiç de vahşice değildir, hatta çok hoştur. Bakın Kolomb, Hintli sandığı yerlilerle ilk kez temasa geçtiği o gün seyir defterine onlar hakkında neler yazmış:
"Aralarından birkaçına renkli külahlar, üç beş tane de sırça gerdanlık verdim, hemen boyunlarına taktılar; değersiz, ufak tefek bir iki şey daha vardı, öyle sevindiler, bize öyle bağlandılar ki o kadar olur."
"Onların daha sonra gemi sandallarına yüze yüze geldiklerini görüyorduk; bize papağanlar, pamuk ipliği yumakları, mızraklar getiriyorlardı, bir sürü de ıvır zıvır. Bütün bunları bizim önerdiğimiz ufak tefek şeylerle, küçük sırça gerdanIıklarla, çıngıraklarla değiş tokuş ediyorlardı. Bir sözcükle kendilerine sunulan her şeyi alıyor, karşlığında da en küçük bir duraksama göstermeden ellerinde ne varsa veriyorlardı."
"Öyle sanıyordum ki bunlar çok yoksul insanlardı, hiçbir şeyleri yoktu. Çırılçıplaktılar, anaları dünyaya nasıl getirdiyse öyleydiler, kadını da erkeği de. Görebildiğim herkes gençti. Hiçbiri otuzunu aşmışa benzemiyordu. Yapılı, düzgün insanlardı, görünüşleri güzeldi. Saçları bir at kuyruğunun kılları kadar kabarıktı. Önden kısa kesip kaşlarına düşürüyor, arkada bir tutamını örüp hiç kesmeden aşağı salıyorlardı. Bir kısmının bedeni kahverengi boyalı, geri kalanlarıyla beyaz, kızıl ya da başka renklerde, ellerine hangi boya geçtiyse. Yüzlerini boyayanlar, bütün vücutlarını, gözlerini ya da yalnız burunlarını boyayanlar da var."
"Silahları yok, ne olduğuna da bilmiyorlar; kılıçlar gösterdim, öyle bilgisizlerdi ki keskin tarafından tutuyor, parmaklarını kesiyorlardı. Demirden yapılma hiçbir şeyleri yok. Mızraklarında demir uç bulunmuyor; kimileri bunun yerine ya balık kılçığı takıyor ya da rastgele bir şeyler."
"Hepsi iri yapılı, güzel yüzlü, huyları çok iyi. Bedenlerinde yara izleri olan birkaç kişi gözüme ilişti, el kol sallayarak bunun nedenini sordum. Bana anlatmaya çalıştıklarına göre, komşu adaların kimisinden gelip onları tutsak almak isteyen, onlarla savaşan adamlar varmış."
Kolomb, yaptığı seferlerde "barzo" olarak nitelendirebileceğimiz görgüsüz mürettebatına kesinlikle hiçbir yerlinin eşyasının karşılıksız alınmamasını ve onlara asla zarar verilmemesini emretmiştir. Ancak Kolomb, bu kişiliğinin yanında bağnaz ve altın sevdalısı da bir adamdır. Dinine, kutsal toprakların yeniden fethedilebilmesi için sağlayabileceği bütün mali desteği sağlamak istiyordur. Nispeten iyi niyetli ve görgülü bir denizci olması dahi onu şu talihsiz sözleri sarf etmekten maalesef alıkoyamamıştır:
"Bunlara en ağır işler gördürülebilir; uyanık adamlar, bakıyorum, dediklerimi hemen yineliyorlar. Onları kendilerine özgü bir inanışları olmadığına göre dinimize döndürmek kolay olacak sanıyorum. İsa efendimizin izniyle buradan ayrılırken siz yüceler yücesine sunmak için, ayrıca dilimizi öğrensinler diye bunların beş altısını yanıma alacağım."
Kristof Kolomb, 1492 ve 1502 yılları arasında batıya dört sefer düzenlemiş, her seferinde de yeni topraklar keşfetmiştir. Ne var ki 1506'da İspanya'daki ölümüne kadar, keşfettiği bu toprakların Hindistan olmadığını, Yeni Dünya'yı keşfettiğini hiçbir zaman anlayamamıştır.
Kolomb, doğu medeniyetleri hakkında sahip olduğu bilgilerin bir kısmını Marco Polo'nun yazdıklarından almıştır ve bu bilgileri Karayiplerde bulunduğu sırada kendince yorumlamıştır:
- Oranın yerlilerine Hintliler (Indians) demiştir, ki bu terim Amerika yerlileri için hâlâ kullanılmaktadır.
- Yerlileri yanlış anlaması ve Marco Polo'nun Asya için anlattıklarından yola çıkması üzerine Karayiplerde sadece kadınların yaşadığı bir adanın var olduğuna inanmıştır.
- Temasa geçtiği her topluluğa İspanya kralının mektubunu ulaştırmak için Büyük Hakan'ın nerede olduğunu sormaya çalışmıştır.
***
Kristof Kolomb her yolculuğunda, dönüşünde saraya sunmak için ayrı ayrı seyir defterleri tutmuş olsa da ilk iki seyir defteri her nasılsa sonradan kaybolmuş. Ancak yine de sonradan yazılanlar sayesinde Kolomb'un yolculukları hakkındaki pek çok detayı biliyoruz.
Birinci Yolculuk (1492-1493):
İlk yolculuğun ayrıntılarını, Kolomb'un seyir defterinin özetini çıkaran bir din adamından öğreniyoruz. Bu seyir defteri, eserde diğer üç yolculuğun seyir defterlerinin toplamından daha fazla yer kaplıyor. Dolayısıyla epey ayrıntı içeriyor. Aynı zamanda Doktor Moreau'nun Adası gibi bir roman havasına da sahip.
İkinci Yolculuk (1493-1496):
Bu yolculuğun seyir defteri de ortadan kaybolmuş, özeti de mevcut değil. Sadece Kolomb'un saraya yazdığı bir mektup günümüze kadar ulaşabilmiş.
Üçüncü Yolculuk (1498-1500):
Bu seyir defteri ise Kolomb'un kendi yazdırdıklarından oluşsa da ayrıntılı değil.
Dördüncü Yolculuk (1502-1504):
Bu yolculuğun seyir defteri de üçüncü yolculuğun seyir defteri gibi Kolomb'un yazdırdıklarından oluşuyor ve yine pek ayrıntı içermiyor.
***
Kolomb ve mürettebatının yerlilerle etkileşimleri ilk yolculuk sırasında gayet olumlu ilerlemiş olsa da onun hanzo mürettebatı yerlilere, bilhassa Kolomb İspanya'ya döndükten sonra iyi davranmamış ve iki topluluk arasında şiddetli çatışmalar başlamıştır. Sonraki yolculuklarda da, ilk temasa geçilmiş iyi huylu yerlilerle benzeşmeyen bazı saldırgan huylu yerlilerle de etkileşime girildiğinde, çoğu Avrupalının gözünde bütün yerliler "vahşi" olarak görülmeye başlamış ve 40-50 milyon civarında olan Amerika yerli nüfusu, katliamlar ve Avrupa'dan gelen hastalıklar neticesinde sadece yarım yüzyıl içerisinde 4-5 milyona kadar inmiştir.
Kolomb, çıktığı seferlerinin getirdiği zenginlikler sayesinde ailesiyle beraber kendisini epey zengin etmiş olsa da, dördüncü yolculuğu sırasında, Kolomb'un düşmanlarının etkisi altında kalan Kraliçe tarafından zaptı emredilmiştir. Saçında ağarmayan bir teli bile kalmayan, bedeni çökmüş, uykusuzluktan gözleri kan çanağına dönmüş bu adama neler çektirilmiş neler... Bakın seyir defterine neler yazmış:
"En mutlu ve en dingin olduğum bir sırada tutuklandım ve zincire vurulup, iki kardeşimle birlikte gemiye kapatıldım, en çirkin aşağılamalara uğrayıp, yarı çıplak, hakkın hukukun kendisinden geçtim, izini bile görmeden."
"Yirmi sekiz yaşımdayken hizmetinize girdim. Bugün saçımda ağarmayan tel yok. Bedenim çöktü; elimde neyim varsa alındı, satıldı. Kardeşimle benim sırtımızdaki tunikler bile sorulup edilmeden, onurumuzu beş paralık ederek üzerimizden alındı."
"Dediğim gibi durumum içler acısı. Bugüne dek hep ben başkaları için ağladım; şimdi de bana ağlasınlar. Paradan puldan yana öyle yoksulum ki tek bir meteliğim yok. Ya gönülden yana denirse, yorgun, bitkin ve hasta bu Hint ülkelerine geldim işte, bize düşman, acıma nedir bilmez bir milyon yabanıl adamla çevrildim, ha bugün ha yarın ölümü bekledim hep. Kutsal kilisemizin hayır duasından öyle uzak düştüm ki burada ölüp kalırsam ruhum onun desteğinden, acımasından uzak düşmüş olacak. Acıma nedir, doğruluk nedir, hak nedir bilenler ağlasalar gerek benim bu kara yazgıma."
"Bu yolculuğa, bu deniz seferine zengin olmak, şan şöhret kazanmak için kalkışmadım ben. Kimsenin kuşkusu olmasın bundan, öyle şeylerden umut keseli çok oldu. Bütün iyi niyetimle, bütün şevkimle geldim siz yüce efendimize, yalan söylemeyi de bilmem üstelik."
Buraya kadar çok masum bir Kolomb imajının çizildiğinin farkındayım. Kolomb, çağdaşı olan amirallerden daha iyi niyetli olsa da, pek masum sayılmazdı. Kolomb ikinci kez Karayiplere vardığında, ilk seferinde bölgede bıraktığı 39 adamının yerliler tarafından öldürülmüş olduğunu gördüğünde, 17 gemisiyle yeni getirdiği 1500 adamının yerlilere karşı gösterdiği vahşice tavırlara artık göz yummaya başlamıştı. Sonra da İspanya'dan talep edilen altınları kolayca bulabilmek için yerlileri altın aramaya zorlamıştı. Amerikalı yerlilerinin cehennemi daha yeni başlıyordu...
Hasan Âli Yücel Klasikler Dizisinin okuyuculara sunduğu ve Sait Maden tarafından dilimize kazandırılmış olan bu eserin çok önemli bir tarihi belge olduğuna hiç şüphe yok. O boynuz boruya üfleyerek Keşifler Çağı'nı başlatan usta denizci kişiliğinin yanında aynı zamanda usta bir anlatıcı da olan Kristof Kolomb'un ortaya koyduğu bu belgeyi özellikle tarihsever okuyucuların okumasını ve incelemesini şiddetle tavsiye ediyorum.