İnsanın Kökeninin Peşinde alt başlığıyla yayınlanan kitap orijinal dilinde "The First Chimpanzee: In Search of Human Origins" adıyla ilk defa 2001 yılında basılmış. Alfa yayınlarının hazırladığı çeviri ise 2012 yılında çıkmış.
Yazarlardan Dr. John Gribbin kitabın girişinde şu sözlerle tanıtılıyor: "Tam zamanlı bir bilim yazarı olmadan önce Cambridge Üniversitesi'nde astrofizik bölümünde eğitim görmüştür. Nature ve New Scientist için çalışmalar yapan Gribbin ayrıca The Times, The Guardian ve The Independent'a bilim dalında yazdığı makalelerle katkıda bulunmuştur. Ayrıca BBC Radyo 4 için de pek çok bilim dizisi hazırlamıştır. John Gribbin yazıları nedeniyle İngiltere ve Amerika'da pek çok ödül almıştır. Şu anda Sussex Üniversitesi'nde Astronomi bölümünde misafir araştırmacı olarak görev yapmaktadır. Yayımlanan pek çok kitabı arasından şunlar sıralanabilir: In Search of Schrödinger's Cat (Schrödinger'in Kedisinin Peşinde, çev. Nedim Çatlı, Metis Yayınları, 2010), Stephen Hawking: A Life in Science (Michael White'la birlikte) [Stephen Hawking: Bilim Dünyasında Bir Hayat, çev. Yelda Türedi, İnkılâp Kitapevi, 2005] ve In Search of SUSY (Susy'nin Peşinde: Süpersimetri ve Her Şeyin Teorisi). John Gribbin ayrıca Innervisions da (İçgörü) dahil olmak üzere pek çok bilimkurgu eserinin yazarıdır. Doğu Sussex'te yaşayan Gribbin evli ve iki çocuk babasıdır."
Alfa Yayınevi'nin "pek çok pek çok" diye diye bitirememesinden de anlaşıldığı üzere John Gribbin popüler bilim alanının ziyadesiyle velut kalemlerinden. Bahsi geçen "Schrödinger'in Kedisinin Peşinde" isimli kitabı, benim de kitaplığımda yıllardır okunmayı bekleyen kitaplar arasında bulunuyor. Popüler bilim alanına katkısı büyük olan ve aynı zamanda bilimkurgu yazdığını da bu vesileyle öğrendiğim yazarın, sanırım, Türkçede herhangi bir bilimkurgu eseri bulunmuyor.
Jeremy Cherfas'ın özgeçmişi şu şekilde verilmiş: "Hayvan davranışları üzerine doktora sahibi bir yazar ve biyologdur. New Scientist'in biyoloji editörü ve yine Penguin Books tarafından yayımlanan The Hunting of the Whale (Balinayı Avlamak) dahil olmak üzere pek çok kitabın yazarıdır. Cherfas, Somerset'te yaşamaktadır."
Çevirmen Özge Kelekçi'nin özgeçmişi ise şu şekilde: "Boğaziçi Üniversitesi Felsefe Bölümü'nde yüksek lisans yapmakta, toplumsal cinsiyet odaklı çalışmalar yürütmektedir. Kelekçi ayrıca George Habaş: Düşle Gerçek Arasında ve Sosyalist Feminist Proje (2 cilt) kitaplarının da çevirmenidir."
Çeviri ve editörlük büyük oranda başarılı.
İçerik
Bu kitabı anlatmaya başlamanın kitabın iki ayrı tanımını içeren iki yolu bulunuyor. Birincisi: Paleontologlardan hazzetmeyen kitap. İkincisi: Hayat değiştiren kitap. İkincisi, söz konusu benim hayatım olduğundan sizi pek ilgilendirmez muhtemelen. Keza, kitabın hayat değiştirmekten ziyade zaten mütemayil olunan bir bakış açısını pekiştirmekten başka bir şey yapmadığı da söylenebilir. Bir bilginin hayatı yorumlamaya etkisi de hayli öznel olduğundan ben ilk tanımdan başlayacağım.
Kitabın, bir insan bedeninde cisimleşmiş olsa idi; ilk kez tanıştığı bir insanın mesleğinin paleontologluk olduğunu öğrenince birden yüzünü ekşiteceğini ve eğer talihsiz paleontologun yüzüne tükürmemişse, dayanılmaz bir koku duymuşçasına oradan hızla uzaklaşacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Kitaptaki, tabii ki de benim abarttığım kadar olmayan, "paleontolog düşmanı" söyleme örnek olarak birkaç alıntı yapayım: "...dünyanın büyük bir kısmının böyle bir açıklamaya hazır olmadığı açıktı, çünkü paleontolojik ortodoksi buna inanmıyordu." (syf. 139) "...İnsanın tüm hayvanlardan özel olduğunu düşünenler için bu acı bir reçetedir, aynen kendi topraklarının zapt edildiğini düşünen paleontologlara olduğu gibi." (syf. 147) "Geleneksel paleontologlar beğensin ya da beğenmesin uzun zamandır el üstünde tuttukları zaman ölçütleri yanlış olmalıdır."
Hâlihazırda ilgimi celbeden ve bu kitapta karşılaşmayı beklemediğim (Koko, Washoe, Kanzi gibi örneklerini gördüğümüz) kuyruksuz maymunlarda "dil" kullanımı gibi farklı bir konuya da, "bu kadar benzer olmamıza rağmen insan türünü özel kılan nedir?" soru kılıfı altında değinen kitap, on bölümden oluşuyor. Bu bölümlerden, "Modern Zamanlar: Moleküler Saat" bölümü örneğinde olduğu gibi bazıları, ki kitabın neredeyse yarısını oluşturuyor, yazarların temel savlarını açıklamak için elzem olmakla birlikte, biyoloji bilgisi kısıtlı olan biri için kolay anlaşılırlık bakımından bir popüler bilim kitabının sınırlarını aşıyor. Velhasıl-ı kelam efendime söyleyeyim bir önceki uzun cümleyle bulandırmaya çalıştığım üzere kitabın yarısından bir şey anlamadım. Bu blog olmasaydı, kitabı bitirme azmini kesinlikle gösteremezdim. Neyse ki, yaklaşık bir ay gibi uzun bir sürede de olsa kitabı bitirebildim ve saklı hazinelerini bu sayede keşfedebildim.
Giriş
İncelemeye kitabın 200. sayfasında yer alan şu cümlelerle başlamak istiyorum: "Popüler yazıları okuyan pek çok sıradan insan, insanın kökenine dair tüm sorunların çözüldüğünü düşünebilir. Bu kesinlikle doğru değildir ve bugün basılı olan her fikir -bizimki de dahil olmak üzere- az ya da çok varsayımsaldır."
Vasfı mezkûr pek çok insandan biri olarak ben de bu okumalara başladığımda bildiklerimizin çok daha fazla olduğunu düşünmekte idim. Bu okumalara başladığımda amacım bilinenleri öğrenmenin yanında insanlık olarak bu aşamada bildiklerimizin sınırlarına dair bir kanaat edinmekti ve gördüm ki insan evrimi konusunda bildiklerimiz, bildiğimizi düşündüğümden az. Yani, konunun içine tam anlamıyla dalmayan birinde kitapta bahsedilen izlenimin olduğunu, bu yanlış izlenimin edinilmesinde biliminsanlarının kabahatli oldukları ve bilime karşı bir güvensizlik duyulması gerektiği anlamına gelmemekle birlikte, söyleyebilirim. İkinci bir kaynaktan teyit amacıyla belirtmek gerekirse, bu kapsamda değerlendirilebilecek bir durum Vikipedi'de de "insanın atası olan tarih öncesi birçok türün soyağacındaki yerlerinin sistematik sınıflandırması ile bu türlerin birbirleriyle olan akrabalık dereceleri ve yakınlıkları tartışmalı olup tam olarak tamamlanmamıştır." şeklindeki sözlerle ifade ediliyor.
İncelemeye henüz başlamışken, lafı dolandırmadan, kitabın savunduğu tezleri bir cümlede birleştirip özetlemeye çalışırsak, "şempanze ve gorille paylaştığımız ortak atamız 4 milyon yıl önce yaşadı, bu ortak ata dik yürüyordu ve şempanzeden veya gorildense insana daha yakın özellikleri vardı, (şempanze ve gorilin atası bu çizgiden ayrılıp ormana geri döndü) ve biz neoteni özelliği gösteren bir türüz (ya da insanın evrimsel süreçte elde ettiği gözüken -dik yürüme hariç- pek çok ayırt edici özellik neoteniyle açıklanabilir)." diyebiliriz. Gene lafı dolandırmadan belirtmek gerekirse; "ortak atamız dik yürüyordu, şempanze ve goril bu özelliği kaybetti" tezinin zayıf noktası da kitapta (iki yerde) açık yüreklilikle ortaya konarak şempanze ve gorilin kalça kemiklerinde bu geri dönüşü gösterir hiçbir emarenin bulunmadığı belirtiliyor.
Şimdi bu tezlerin nasıl ortaya konduğuna bakalım.
"İnsanın genetik materyali olan DNA'mız, şempanzelerin genetik materyali olan DNA'larından yalnızca yüzde 1'den biraz daha farklıdır." (syf.11) Bu tespitten doğan bazı çıkarımlar var. 1997 yılında Simon Easteal ve meslektaşlarının Avustralya Ulusal Üniversitesi'nde yaptıkları çalışma, insan ile şempanze ve gorillerin 3,6 ila 4 milyon yıl önce ortak bir atayı paylaştığını göstermiş. Bu ilginç; zira öne sürülen bu tarih, atalarımızın dik yürümeyi öğrenmesinden sonrasına denk geliyor. Bunun anlamı ise, şempanze ve gorillerin de dik yürüyebilen kuyruksuz maymun benzeri bir yaratıktan türeyip sonrasında ormandaki yaşamlarına geri dönerek bu özelliği kaybettikleri.
Hemen burada, esasen bu kitaptan sonra sırada bulunan ve fakat okumaya başladığım İnsanın Evrimi (Josef H. Reichholf) kitabından konuyla ilgili şu satırları aktarayım. Reichholf şempanze ve gorillerle olan genetik yakınlığımızdan bahsettikten sonra bu genetik yakınlığın bizi götürdüğü sonuç olarak şöyle diyor "...türlerdeki ayrılma, Australopithecus grubunun erken dönemlerine denk gelmektedir. " ve iki kitabın kesiştiği noktada devam ediyor: "Yine de sadece kesin olmayan tarihlerle ayrılmanın dört milyon yıl önce ilk Australopithecuslar ortaya çıktığında mı yoksa Australopithecus var olduktan sonra mı meydana geldiğini söylemek mümkün değildir." Arkasından "Oysaki vücut yapısı esas alındığında, kesin bir karar vermek mümkündür." sözleriyle, Reichholf yanıtı nerede bulduğunu gösteriyor.
Buna göre "Australopithecus, insanlığın kesinlikle ormanda ağaçlar üzerinde yaşamayan oldukça küçük, ama iki ayak üzerinde yürüyen bir atası idi. Bedensel donanımı sadece açık arazilere uygundur. (...) ormanın içinde hayatta kalması neredeyse imkânsızdı. Dolayısıyla türlerin ayrılması daha sonra meydana gelmiş ise şempanze tekrar orman sakini olarak önceki haline geri dönmüş olmalı.(...) Oysa evrimin böylesine keskin bir dönüşü şüphe ile karşılanmalıdır. (...) ayrılışın daha önce meydana geldiğini varsaymak daha uygundur." (syf.62,63) Görüldüğü üzere Reichholf'un gerekçelerinin ortaya konuluşu biraz zayıf. Sonraki paragrafta yazar, ayrılma sıralarına göre orangutanların, gorillerin, şempanzelerin ve bonoboların yerde yaşamaya giderek artan oranda uyum sağladıklarını belirterek, insana yakın türlerin ağaç dalları arasındansa yerde yaşamaya uygunlukları üzerinden savını desteklemeye çalışıyor. Yani ortak atadan en erken ayrılan türün ormandaki yaşama daha uyumlu olduğunu, dört türün de dik yürüyen Australopithecus'tan önce ayrıldığını ve bu süreçte ayrılma zamanlarına göre her birinin dik yürümeye daha yakın özelliklerle yaşamaya devam ettiklerini öne sürüyor.
İlk Şempanze'ye geri dönelim.
Yazarlar tezlerini; meşhur "insan kuyruksuz maymundan türedi" lafını, ki bu esasen atamızın bugün yaşayan şempanze ve goriller olduğu değil, şempanze ve gorillerle paylaştığımız ortak atamızın bizden çok onlara benzediği manasına geliyor, ters çevirerek çarpıcı bir biçimde "kuyruksuz maymunlar insandan türedi" diyerek ifade ediyor ve bu tezi ilk defa kendilerinin The Monkey Puzzle isimli kitaplarında ortaya attıklarını belirtiyor.