Hayal gücünün karanlık bir labirentinde yol almak… Bu, Yevgeni Zamyatin'in başyapıtında bizi bekleyen bir yolculuk. Kitabın sayfalarını çevirdikçe, kendimizi bir zamanlar ütopya olarak tasarlanan bir geleceğin derinliklerinde buluyoruz. Zamyatin, ütopyaların masum ve kusursuz dünyalarının nasıl bir distopya haline dönüşebileceğini çarpıcı bir şekilde gözler önüne seriyor. Bu eser, Orwell, Huxley ve Le Guin gibi isimlere ilham vermiş, distopyanın parlak ve korkutucu kapılarını aralamıştır.
Düşünce, özgürlük ve bireysellik kavramlarının bütünüyle yok edildiği bir dünyada yaşıyoruz. Zamyatin’in kurguladığı Tek Devlet, bireylerin yalnızca birer "Numara" olarak varlık gösterdiği, her şeyin matematik ve mantıkla düzenlendiği bir toplumun temsilidir. Burada, "saat tabletleri" birer kutsal kitap işlevi görürken, insanların mahremiyet ve diğer hakları tamamen yok edilmiştir. Hatta, bu otoriter düzenin öteki gezegenlere yayılması amacıyla inşa edilen camdan uzay aracı İntegral, mutlak iktidarın bir simgesi olarak karşımıza çıkar.
D-503, bu araçla birlikte Tek Devlet’in doktrinlerini diğer gezegenlere yayma görevini üstlenmiştir. Ancak, hayal gücünün bir hastalık olduğuna inanan D-503, kendi dünyasında bir dizi eksiklik ve hata keşfetmeye başlar. "Hayal gücü" dedikleri şeyin aslında gerçeğe dair bir işaret olduğunu anlamaya başladıkça, inancı sarsılmaya ve içsel bir çatışmaya düşmeye başlar. Bu, Zamyatin’in, bireyselliğin ve özgürlüğün bir kayboluşunu, aynı zamanda bu kayboluşun kökenlerine dair derin bir sorgulamayı yansıttığı bir öyküye dönüşür.
Eserde, gerçekliği algılama ve sosyal yapıyı sorgulama üzerine düşündürücü bir yaklaşım ortaya konur. Zamyatin, "Yarını bugünden nasıl daha iyi yapabiliriz?" sorusunun cevabını ararken, idealizm ve gerçeklik arasındaki ince çizgiyi cesur bir şekilde sorgular. Bu düşünce tarzı, "Hayal gücü hastalıktır" diyen D-503'ün gözünden, ütopyanın nasıl bir distopya haline dönüşebileceğini anlatır.
Zamyatin’in "Biz" romanı, 20. yüzyılın başlarındaki distopyanın ilk örneklerinden biri olarak, toplumların ve bireylerin özgürlüğü üzerindeki etkileri üzerine derinlemesine bir inceleme sunar. Bununla birlikte, distopya kavramının tarihsel kökenlerine dair bir ışık tutar. Aynı zamanda, bireylerin hayal gücü ve toplumsal yapının kırılganlığı hakkında düşündürücü sorular ortaya koyar.