İnsanlar akılları erdiği andan itibaren kendilerini arzuladıkları bir şeylere yönelirken bulmakta, böylece kendilerini oldum olası amaçlı olarak duymaktadır. Bunu çok derinlerde yatan ve kesinlikli bir hakikat sanarak, çevrelerinde olup biten her şeyde ve her varlıkta da bir tür amaçlılık ya da yönelmişlik olduğunu düşünürler. Öyle ya, doğal çevrelerinde kendilerinin yaratmadığı onca varlık, besin ya da obje vardır ve bunların hepsi adeta insanların amaçlarını (arzularını, gereksinimlerini) karşılamak için bulunmaktadır. Demek ki, bir güç bu şeyleri insanların amaçları için yaratmış olmalıdır. İnsanlar giderek tüm evreni de bu insan merkezli amaç kavrayışı çerçevesinden görmeye başlarlar. Tanrı'yı, böylece, tıpkı kendilerini algıladıkları gibi, belli bir amaç ya da program uyarınca yaratan bir güç gibi hayal eder ve ona insanlara özgü olduğunu sandıkları (öfkelenmek, cezalandırmak, bağışlamak, karar vermek vb) sayısız niteliği yakıştırırlar.