Merhaba .
Kanser günümüz koşullarında bir çok insanın muzdarip olduğu bir hastalık malesef .Evrimsel süreç açıısndan baktığımızda şu şekilde açıklamak mümkündür sanırım.
Kanserin evrimsel süreçte neden “elenmediği” sorusu, biyoloji, tıp ve evrimsel teoriyi birleştiren temel bir problemdir. İlk bakışta kanser, bireyin yaşam süresini kısaltan ve üreme başarısını azaltabilen ciddi bir hastalık olduğu için doğal seçilim tarafından ortadan kaldırılması gereken bir durum gibi görünür. Ancak evrimsel biyoloji açısından değerlendirildiğinde, kanserin tamamen elenmemesinin birden fazla yapısal ve işlevsel nedeni olduğu anlaşılmaktadır.
Öncelikle doğal seçilimin, bireyin yaşamının tamamı üzerinde değil, esas olarak üreme başarısı üzerinde etkili olduğu unutulmamalıdır. Evrimsel süreçte seçilim baskısı, bireyin üreme çağından önce veya bu dönemde hayatta kalmasını ve üreyebilmesini etkileyen özellikler üzerinde yoğundur. Oysa kanserlerin büyük bir kısmı ileri yaşlarda ortaya çıkar. İnsanlarda ve birçok memelide yaygın görülen solid tümörlerin çoğu, birey üreme çağını tamamladıktan sonra klinik olarak belirgin hale gelir. Bu nedenle kanser, çoğu durumda bireyin genlerini bir sonraki nesle aktarmasını engellemeden ortaya çıkar ve doğal seçilim için “geç” bir problem olarak kalır (Williams, 1957; Nesse & Williams, 1994).
İkinci olarak kanser, tek bir gen ya da tek bir mutasyonun sonucu değildir; aksine çok hücreli yaşamın kaçınılmaz bir yan ürünüdür. Çok hücreli organizmalar, hücre bölünmesi, doku yenilenmesi ve büyüme süreçlerine dayanır. Hücre bölünmesinin olduğu her sistemde DNA kopyalanması gerçekleşir ve bu süreç mutasyon riskini beraberinde getirir. Kanser, temelde hücresel düzeyde kontrol mekanizmalarının bozulmasıyla ortaya çıkan bir durumdur. Dolayısıyla kanser riski, çok hücreli ve uzun ömürlü olmanın bedeli olarak görülebilir. Evrim, hücre bölünmesini tamamen ortadan kaldıramayacağı için, kanser riskini de sıfırlayamaz (Greaves, 2007).
Üçüncü önemli nokta, antagonistik pleiotropi kavramıdır. Bu evrimsel ilkeye göre bazı genler, yaşamın erken dönemlerinde faydalı etkiler sağlarken, geç dönemlerde zararlı sonuçlar doğurabilir. Örneğin hücre proliferasyonunu, doku onarımını ve bağışıklık yanıtını destekleyen genetik mekanizmalar, gençlikte hayatta kalma ve üreme açısından avantaj sağlar. Ancak aynı mekanizmalar, ileri yaşlarda kontrolsüz hücre çoğalmasına ve kansere zemin hazırlayabilir. Doğal seçilim, erken yaşta fayda sağlayan bu özellikleri korur; geç yaşta ortaya çıkan olumsuz etkiler ise seçilim tarafından yeterince “görülmez” (Williams, 1957; Crespi & Summers, 2005).
Dördüncü olarak kanser, doğrudan kalıtılan tek bir özellik olmaktan ziyade, somatik evrim sürecinin ürünüdür. Kanser hücreleri, bireyin vücudu içinde ortaya çıkan ve çoğu zaman kalıtsal olmayan mutasyonlar sonucu gelişir. Bu nedenle kanser, klasik anlamda nesiller arası aktarımı olan bir özellik değildir. Doğal seçilim, somatik hücrelerde yaşam boyunca biriken mutasyonları doğrudan hedef alamaz; çünkü bu mutasyonlar üreme hücrelerine aktarılmaz. Bu durum, kanserin evrimsel süreçte “kaçınılmaz” olmasının temel nedenlerinden biridir (Aktipis et al., 2015).
Buna ek olarak, evrimsel süreç kanseri tamamen ortadan kaldırmamış olsa da, kanser baskılayıcı mekanizmaların gelişmesine yol açmıştır. DNA onarım sistemleri, hücre döngüsü kontrol noktaları, apoptoz (programlı hücre ölümü) ve bağışıklık gözetimi bu mekanizmalara örnektir. Özellikle büyük ve uzun ömürlü hayvanlarda bu durum dikkat çekicidir. “Peto paradoksu” olarak bilinen olguya göre, balinalar ve filler gibi çok daha fazla hücreye ve uzun yaşam süresine sahip hayvanlarda kanser oranları insanlardan daha yüksek değildir. Bu da evrimin, kanser riskini azaltan ek biyolojik savunmalar geliştirebildiğini, ancak riski tamamen ortadan kaldıramadığını göstermektedir (Peto et al., 1975; Caulin & Maley, 2011).
[1]Son olarak, çevresel faktörlerin evrimsel zaman ölçeğine kıyasla çok hızlı değişmesi de kanserin günümüzdeki yaygınlığını artırmaktadır. İnsan evrimi boyunca karşılaşılmayan kimyasal maddeler, radyasyon türleri, sigara, işlenmiş gıdalar ve sedanter yaşam tarzı gibi faktörler, modern dünyada kanser riskini ciddi biçimde yükseltmiştir. Evrimsel süreç bu kadar kısa sürede bu yeni çevresel baskılara uyum sağlayamaz. Bu nedenle günümüzde gözlenen yüksek kanser oranları, yalnızca biyolojik evrimle değil, kültürel ve teknolojik değişimlerle de yakından ilişkilidir (Gluckman et al., 2011).
Sonuç olarak kanser, evrimsel süreçte “elenmemiş” bir hata değil, çok hücreli, uzun ömürlü ve yenilenmeye dayalı bir yaşam biçiminin kaçınılmaz bir yan ürünüdür. Doğal seçilim, üreme başarısını öncelediği için geç yaşta ortaya çıkan hastalıkları sınırlı ölçüde hedef alır; ayrıca kanser çoğu zaman kalıtsal değil, birey içi (somatik) bir evrim sürecinin sonucudur. Evrim, kanseri tamamen yok edememiştir; ancak onu geciktiren, sınırlayan ve kontrol altına alan biyolojik mekanizmalar geliştirmiştir. Bu bakış açısı, kanseri yalnızca bir “hastalık” olarak değil, evrimsel biyolojinin anlaşılması gereken temel bir olgusu olarak ele almayı gerektirir.