Kelâm ilminde Tanrı’nın varlığını konu edinen tartışmalar, aklî delillerin katmanlı biçimde inşa edildiği kapsamlı eserlerle şekillenmiştir. Bu literatürde, ilahî varlığı kanıtlamak amacıyla duyusal veriler ve aklî çıkarımlar esas alınmış; herhangi bir ayet veya hadis nakline başvurmadan salt aklî temellendirme yapılmıştır. Bu çerçevede, İslam literatüründen cevap verecek olursak, kelâm tarihinde en sistematik yaklaşımlardan biri olan Fahreddin er-Râzî'nin şu dört temel delille özetlediğini söylememiz mümkün olacaktır:
1. Hareket delili (burhân al-muharrik): Aristoteles’in “ilk muharrik” fikrini kelâmî biçimde ifade eder; hareketin sonsuz bir teselsülle açıklanamayacağı, bir ilk muharrik bulunması gerektiği belirtilir. Râzî’nin “burhân al-muharrik” yani hareket delili, klasik kelâmın varlık delilleri içinde sebeplilik zincirine dayanır. Temel mantığı şöyledir:
Âlemde değişim ve hareket gözlemlenir. Bunun sonucunda her hareket edenin, kendisini hareket ettiren bir fail (muharrik) olması zorunludur; zira hiçbir şey kendi kendine hareket etmez (Newton'un F=m.a kanununda ''Bir kütleyi (m) ivmelendirmek (a) istiyorsan, ona yetecek kadar kuvvet (F) uygulamalısın. Eğer uyguladığın kuvvet, cismin eylemsizliğini veya sürtünmesini yenmeye yetmiyorsa, iş gerçekleşmez'' kanunu hadis muhdis ilişkisinin formülüze edilmiş versiyonu denebilir). Bu fail de eğer hareket ediyorsa, onun da bir muharriki olmalıdır. Böylece hareket ettiriciler zinciri doğar; ancak bu zincir sonsuza kadar gidemez (teselsül muhaldir). Öyleyse zincir, hareket etmeyen bir “ilk hareket ettirici”de son bulur. Bu “ilk muharrik” hareketten münezzeh, zamandan ve mekândan bağımsız, fiilen her hareketin kaynağı olan bir varlıktır.
Bu varlık “hareket ettirici”dir ama kendisi hareket etmez; çünkü hareket etmek, değişim ve imkân anlamına gelir. Râzî’ye göre, hareketsiz muharrik, hem hareketi başlatan ilk sebep hem de her an varlığın devamının kaynağıdır. Bu sebeple o, vacibu’l-vücûd (zorunlu varlık) olup, hareketin ötesindedir.
Özetle, tanrının yaratmış olduğu alemi incelenip onun ne olup ne olmadığına dair bulguları bu delille açıklanmış olur. Tanrının bir işi (alem) ortaya koymuş olması, ortaya çıkan işi yapacak kudreti ve iradesi olması, yarattığı bu alemde zaman ve mekan mefhumunun bulunması fakat kendisinin bu gibi kavramların içinde olmaması ve bunun neticesinde kendisinin ezeli ve ebedi olması ( bir çizginin başlangıç ve sonu olmasına karşın dairenin başının, sonunun veya köşesinin olmaması gibi) bu delilden çıkacak bazı malumatlardır.
2. Gaye delili (burhân al-ghâya): Yaratılmışların düzen ve hikmeti, bilge bir fâilin varlığına işaret eder. Râzî’nin burhân al ghâya (gaye veya düzen delili) aklî gözlem ve teleolojik (amaçlılık) kavrayışa dayanır. Argüman şu adımlarla ilerliyor:
Âlemde bir düzen, uyum ve ölçü bulunması şüphesizdir (aksi halde bilim yapamaz, nedenselliğin varlığı düşünülemez, doğayı anlamlandırma çalışmalarımız boşa çıkmış olacaktı). Bu düzen, belirli gayeleri gerçekleştirmektedir (örneğin mandalina meyvesinin fiziksel olarak göze, tadının tatlı olacak şekilde dilimize, içerdiği vitaminlerce vücudumuza hitap ediyor oluşu bunun yanı sıra ihtiyaçlara göre gerektiği mevsimde ortaya çıkıyor oluşu sistemin bir amaç için var olduğunu aktarıyor). Tesadüfler, düzenli ve hikmetli bir tertip meydana getiremez ( Gözün görme işlevine uygun biçimde tabakalar hâlinde düzenlenmiş olması, tesadüfen rastlanabilecek bir diziliş değildir; çünkü küçük bir bozulma görmeyi imkânsız kılar ve doğal seleksiyonla açıklanabilecek bir olgu olamaz; çünkü en ufak göz sisteminde bile ya hep ya hiçle çalışan mekanizmalar olduğundan tedricen evrimleşmiş olduğunu düşünmek bilimsel çerçevede imkansızdır). Öyleyse bu düzen, gayeleri bilen ve buna göre eylemde bulunan bir varlığın fiilidir. Bu varlık, ilim ve hikmet sıfatlarına sahip olmalıdır; çünkü düzenli ve amaçlı fiil, bilginin ve hikmetin eseridir.
3. İstikmâl delili (burhân al istikmâl / burhân al-mithâl al aʿlâ): Akıl, her kemali aşan bir kemali düşünür; bu da mutlak kemal sahibinin varlığını zorunlu kılar. Râzî’nin bu delili, kelâm geleneğinde Aristotelesçi “tam fiil” kavramı ile, daha sonra Anselmus’un ontolojik deliline veyahut Descartes'ın Meditasyonlar eserinde belirttiği gibi ''Mükemmel Varlık'' tanımına benzer bir tarzda düşünür. Ancak Râzî, aklın zorunlu olarak “en mükemmel varlık” kavramına ulaşmasını mantıksal bir zorunluluk değil, varlığın dereceli yapısının kaçınılmaz sonucu olarak temellendirir. Düşünce zinciri şöyledir:
İnsan zihni, güzellik, kudret, bilgi gibi kemalleri tasavvur ettiğinde, her defasında bundan daha üstün bir kemali hayal edebilir. Bu yükseliş, sonsuz bir ilerleme olarak sürer; fakat akıl, sonunda artık daha mükemmeli düşünülemeyen bir kemal fikrine ulaşır. Bu mutlak kemal — ne eksiklik, ne sınırlılık, ne değişim barındırmayan tam mükemmellik — yalnızca Allah’ta bulunabilir. Çünkü her sınırlı kemal, daha yüksek bir kemali mümkün kılarak eksikliğini gösterir; yalnız mutlak kemal, “kendinden daha üstünü düşünülemeyen” olandır. Dolayısıyla, aklın “mükemmeliyet fikrini” zorunlu olarak düşünmesi, bu mutlak kemalin zihnin uydurması değil, varlığın gerçeği olduğunu gösterir; çünkü zihinde kemal fikrinin bulunması, onun bir kaynağa dayanmasını gerektirir. O kaynak da “el-Kâmil” olan Allah’tır.
4. Ahlâk delili (burhân al-akhlâk): Vicdan ve ahlâkî sorumluluk bilinci, evrende objektif bir hak ölçüsünün bulunduğunu, dolayısıyla ilahî bir kaynağın varlığını gösterir.
“Ahlâk deliline gelince; insanın içinde güzel ile çirkini ayırt eden, adalet ve ihsana meyleden, zulüm ve taşkınlıktan nefret eden bir güç vardır. Bu güç eğer rastlantı veya alışkanlıkla yerleşmiş olsaydı, adalete yönelmekte lezzet, zulme yönelmekte elem, pişmanlık ve sıkıntı bulunmazdı. Öyleyse bu yapının ardında, bu fıtratı insanlara yerleştiren bilge bir düzenleyici vardır ki, bu fıtrat O’na delalet eder ve insanı O’na ibadete çağırır. İşte o Allah Teâlâ’dır.”
İnsan, dış baskı olmadan da bazı şeyleri “yapmalı” veya “yapmamalı” hisseder. Bu hissin kaynağı, içsel bir yasa (içgüdü) yani fıtrattır. Her yasa, bir “vazıʿ” (koyucu) gerektirir. O hâlde ahlâk yasasının da bir “vazıʿı” vardır; bu, ilim ve hikmet sahibi Tanrı’dır.
Sonuç olarak, Fahreddin er-Râzî’nin Tanrı’nın varlığına dair geliştirdiği dört temel delil kelâm geleneğinde aklî istidlâlin ulaştığı en yüksek düzeyi temsil etmekte. Râzî’nin ortaya koyduğu bu model, bugün de Tanrı’nın varlığına dair felsefîitartışmalarda epistemik bir dayanak noktası olmakta; akıl, düzen ve ahlâk arasında kurduğu ilişkiyle klasik teolojinin sürekliliğini modern düşünceye taşımakta buna karşılık Âdetullah ile yani bilim ile çelişmemektedir.
Dipnot:
Yukarıda oluşturulan bu metin, akademik bir amaç veya entelektüel bir kazanım elde etmek için kaleme alınmamıştır. Tek amaç, kaynaklarda yazılanların kültür tarihi anlatılarında bilinenlerle çelişmediğini; aksine, bunlarla paralellik arz ettiğini, delillerin bugünkü şartlarda dahi varlığını koruyabildiğini parantez içi açıklamalar aracılığıyla göstermeye çalışmaktır. Bu çerçevede yapılan eklemeler, tamamen kişisel yorum ve katkılardan ibarettir. Bunun dışındaki kısımlar ise Fahreddin er-Râzî’nin el-Metâlibü’l-ʿÂliye adlı eserindeki şerhlerden veya bu kaynağı daha derinlemesine anlamak amacıyla yapılan çevirilerden yararlanılarak, üslûbu geliştirilmiş bir metin hâline getirilmiştir.