Aklıma, ilk olarak Nazım Hikmet'in bir sözü geldi.
"Öleceğini bile bile nasıl yaşar insan? Ya unutur ya da çıldırır."
Psikoloji de aslında böyle. Ya unutuyoruz ya da alışıyoruz.
Bir durumu istemediğimiz zaman ve (ya) bundan korktuğumuz zaman bunu bastırıyoruz. Freud savunma mekanizmaları. Ve gerçekten unutuyoruz. Unutmuş gibi yapmıyoruz. Gerçekten unutuyoruz. Bilinç altına atıp onu yok etmeye çalışıyoruz ve bunun farkında değiliz.
Ya da duyarsızlaşıp alışıyoruz.
Duyarsızlaşma, bir olayın sürekli olması halinde eskisi kadar tepki vermeme olayıdır. Alışma da bunu normalleştirmemizdir.
Yani sürekli birileri ölüyor. Bunun farkındayız. Çocukluğumuzdan beri. Ve bir süre sonra bu artık normalleştiriyoruz.
Yakınımıza geldiğinde ise tekrar hatırlıyoruz. Ancak o da bir süre sonra bize alışılmış olarak geri dönüyor.
Ve bazılarına göre de burada din göreve giriyor. Ölümün bir sonsuzluk olmadığını, tekrardan dünyaya veya başka bir yere geleceğini buranın sadece bir aşama olduğunu sizlere söylüyor. Ve siz de diyorsunuz ki ölüm bir son değil. Bir sonrası var. Yok olmayacağım...
Dinlerin bu görevi başarıyla gerçekleştirdiği bir aşikar. Ancak dinin doğruluğu veya yanlışlığı kişisel bir inanç konusudur. Bu felsefenin cevap aradığı bir konu.