Öncelikle sorduğun soru için teşekkür ederim çünkü bu konu ilgili çevrelerde resmen cümbüş yaratan, yıllardan beri aynı şiddetle devam eden tartışmalara sebep vermiştir ve konu hakkında her ağızdan farklı bir ses çıktığından dolayı birçok teori ortaya atılmıştır. Bu teoriler arasında size kanımca en mantıklı ve tutarlı şekilde ileri sürülen üç bakış açısını açıklayacağım.
Richard Dawkins - Parazit Memler Olarak Dinler
Richard Dawkins "mem" kavramını ilk kez 1976 yılında yazdığı başyapıtı Gen Bencildir'de ortaya koymuştur. Memler tıpkı genler gibi "bencil" olup, kendilerinin çoğaltılması dışında hiçbir amaçları olmayan kültürel transmisyon birimleridir. Kendilerinin çoğaltılmalarını sağlamak için bir tür "zihin paraziti" gibi bireyleri enfekte eder. Bu bireyleri kullanarak endoktrinasyon yada taklit (mimesis) yoluyla kendilerini başka bireylere aktarırlar. Ancak genler sadece üreme yolu ile dikey bir şekilde aktarılabilirken, memler hem iletişim yolu ile hem de aile ortamında sosyalleşme yolu ile dikey ve yatay şekilde aktarılır. Bu, genlerin ancak bireyin seçilim değerini artırması sonucunda kendini çoğaltabilmesi bakımından simbiyotik olmasına karşın memlerin seçilim değeri gibi bir kritere bağlı olmadan yalnızca fikirsel olarak insanları enfekte edebilme gücüne dayanmasından dolayı parazitik olabilmelerine olanak sağlıyor. Buna bir örnek olarak size farazi bir kültü betimlememe izin verin. Bir kült düşünün ki yatay aktarım stratejileri oldukça gelişmiş, yani bir yandan endoktrinasyon ile kendi üyelerinin inançları pekiştirilirken öbür yandan da yeni üyeleri kendine çekme gücü de gayet tesirli. Ancak bu kült kendi üyelerinin üremelerini tamamen yasaklıyor ve bu şekilde de dikey aktarım ile birlikte bireylerin seçilim değerlerini tamamen ortadan kaldırıyor. Böyle bir durumda eğer genler böyle bir kültün ortaya çıkmasında ve genetik yatkınlıklar yeni bireylerin katılmalarında ana etken olsaydı o halde bu genler doğal seçilim ile elenirdi. Ancak memler seçilim değerinin sınırlamalarından bağımsız olduğu için yeni bireyleri kendisine çekmesi ile devamlılığını sürdürebilir. Dawkins dinlerin evrimsel bir avantaj olmadığını, insanların biyoenerjetik ve materyal kaynaklarını din ve kültlerin gerçekten iddia ettikleri işleve sahip olmayan ritüellerine harcamalarının evrimsel bir dezavantaj olduğunu ve bundan dolayı da sadece genetik boyutunda incelendiğinde dinlerin devamlılık sağlayamayacağını ortaya koymuştur. Bunun yerine memler yolu ile varlıklarını her daim sürdürebilmek için yeni bireyleri de cezbedip kendilerine çeken birer "zihin paraziti" olduğunu iddia etmiştir dinlerin.
David Sloan Wilson - Evrimsel Adaptasyon Olarak Dinler
David S. Wilson ise Dawkins'in hipotezine taban tabana zıt bir hipotez öne sürerek dinlerin grup seçilimi yolu ile seçilmiş olan biyokültürel evrimsel adaptasyonlar olduğunu iddia etmiştir. Dinler mutlak ve objektif olduğunu iddia ettikleri ve muhalefete yada şüpheye yer bırakmayan bir şekilde ahlakî ve ontik ayrımlar yapmalarından , çoğu durumda bir toplumsalcı bir ethos yaratarak inananlar kitlesini ortak çıkar ve amaçlar etrafında birleştirmelerinden ve seferberlik durumunda savaşçıların dünyevi amaçlar ötesinde teşvik eden bir faktör olmalarından ötürü evrimsel olarak bunları sağlayan grupların seçilim değerini arttırdığını öne sürmüştür. Bu hipotez ne kadar da mümkün olsa ve mantıklı bir şekilde tartışılmış olsa da üzerine kurulduğu temeller hala tartışılan kavramları içerdiğinden dolayı hiçbir şekilde kesinliğe sahip değildir. Bu tartışılan kavramlar arasında en önemlisi de seçilimin hangi seviyede çalıştığıdır ki David S. Wilson burada grup seçiliminden faydalanarak büyük bir riskte bulunmuştur çünkü günümüzde Richard Dawkins de dahil çoğu önemli figür sadece bireysel seçilimin varlığını kabul ediyor.
Pascal Boyer - Yan Ürün (Spandrel) Olarak Dinler
Pascal Boyer ise evrimsel psikolojik bir bakış açısı ile dinlerin kökenini açıklamaya çalışırken sinirbilimsel metodlardan da yararlanarak modüler bir beyin sistemini varsayarsak Hiperaktif Aktör Algılama (Hyperactive Agency Detection) denilen bir kabiliyetin insanlarda dinlerle alakalı olmayan bir sebepten ötürü seçilim değerine sahip olmasının sonucunda seçilmiş olduğunu öne sürmüştür. HAA kabiliyetinin seçilmiş olmasının sebebini insanların evrimsel geçmişinde algılama kapasitelerin kendilerini kandıracak derecede gelişmiş olmasının hiç gelişmemiş olmasından daha yüksek bir seçilim değerine sahip olması olarak açıklar. Bunu bir örnekle betimlersek bir insanın bir kayayı yanlışlık ila ayı zannetmesinin bir ayıyı bir kaya zannetmesinden çok daha yüksek bir seçilim değerine sahip olacağını, kusurlu olacak derecede yüksek bir algı kabiliyetinin kusurlu olacak derecede düşük bir algı kabiliyetine kıyasla adaptif değerinin daha yüksek olduğunu söylemekle yetinebiliriz. Bu kabiliyet ise sonradan bir yan etki olarak bir aktörün olmadığı olaylarda bile insanların bir aktörün olduğunu varsaymalarına yol açmış, doğaüstü açıklamalara yer vermiştir.