Bir uzay gemisi düşünün... Warp motorlarını çalıştırıyor, etrafında uzay-zaman bir dalga gibi bükülmeye başlıyor. Gemi hareket etmiyor aslında; onun yerine uzay, geminin altında akıyor. Ön tarafındaki uzay büzülüyor, arka tarafındaki uzay genişliyor. Yani gemi, evrenin dokusunu eğip bükerek hareket ediyor. Bu, ışık hızını aşmadan ışık hızından hızlı gitmenin tek teorik yolu.
Ama şimdi bu gemi, bir süper kütleli kara deliğe yöneliyor. Kara deliğin etrafında zaman yavaşlıyor, uzay bükülüyor, gerçeklik adeta çözülüyor. Ve orada... olay ufku. Evrenin en karanlık sınırı. Işığın bile geri dönemediği, tüm yolların tekilliğe çıktığı bir eşik. Sorunun cevabı büyüleyici. Çünkü warp motoru, uzay-zamanın kendisini değiştirdiği için klasik kurallar burada işlemeyebilir. Belki de bir warp gemisi, olay ufkuna fiziksel olarak girmeden, uzayı bükerek “içeri” sızabilir. Hatta belki içeri girmeden, olay ufkunun ötesine geçebilir.
Ama tehlike büyük. Eğer warp balonunun tamamı olay ufkunun içine girerse, artık geri dönüş yok. Çünkü kara deliğin içindeki uzay-zaman yapısı, her yönü tekilliğe doğru çeker. Dış evrenle olan bağ kesilir. Geminin warp balonu da kara deliğin iç gerçekliğine hapsolur.