Kısa cevap; bazılarımız hiçliğe bazılarımız ise sonsuz huzurlu yaşama kavuşacak ve hayır, öbür taraftan gelmedim, sadece basitçe buna inanmayı seçtim. Siz de cevabı başkalarının yanıtlarında aramak yerine, sizi daima mutlu edecek bir seçim yapabilir ve o defteri rafa kaldırabilirsiniz. Elbette, rafta duran defterlerin bize verdiği güven hissini korumak istiyorsak, sık sık tozunu alıp defterin bakımını ihmal etmemeliyiz.
İlahi inancınızda öznel sorulara başkalarından cevaplar aramak, tam da soruda bahsedilen ahiret, cennet-cehennem veya hiçlik-sonsuzluk gibi ödülü veya cezası olan bir sisteme kendinizi muhtaç hissetme yanılgınızı güçlendirir. Muhtemelen kötünün cezalandırılmadığı veya iyiliğin kepçe kepçe ödüllendirilmediği durumlar vicdanınızı rahatsız ediyordur. Sorunun biçiminden dolayı, kendi dini inancıma göre yanıtlamaktan keyif alacağımı da belirtmek isterim. Soruda üç seçenek verilmiş; ancak ahiret ve reenkarnasyon, aynı tür ‘ilahi hesaplaşma’ barındırdıklarından dolayı, hiçliğe gitme seçeneğinin de bilakis Tanrı’nın iradesiyle gerçekleşebileceğine olan inancımı göz önünde bulundurduğumda, hiçliğin de aynı tür hesaplaşma sonucu olduğuna dair varsayımlarımı sunabilirim. Eğer kast edilen, Tanrı’nın olmadığı bir senaryo ise, zaten hiçlik diye tanımladığımız yere gideceğiz ve bunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz; dolayısıyla irdelenecek bir şey de bulamıyorum. Ancak din felsefesinde ekseriyetle varsaydığımız ilahi, ezeli, her şeyi bilen ve sonsuz merhamet sahibi kusursuz Tanrı inancında, kişinin öldükten sonra hiçliğe karışması gayet mümkün olabilir. Şöyle ki; hiçlik veya hiç olmaya dair yaptığımız tanımların hepsinde en az birkaç bilgi barınmak zorunda olmasına karşın, hiçlik deneyiminde sıfır bilgi olacağına kendimizi koşulluyoruz. Hiçliği tanımlayabilmek için önce varlığa dair optimum düzeyde bilgi alınır ve tecrübe edilir; yani önce var oluruz, sonra yokluğun da hiçlik olabileceğine dair kanatlar geliştirir ve yorumlar yaparız. Hiç deneyimleyemediğimiz hiçlik halinde olma durumunu ise iki şekilde idrak edebiliriz: içinde en az bir veya birkaç bilgi alabilecek belleğimiz hala çalışır vaziyette olmalı ya da hiçlik uzayını dışarıdan gözlemleyebilen bir konumumuz olmalı. Daha kısaca, eğer ölü kişi ölü haldeyken yalnızca ölü olduğunu bildiği gibi, kendi dışında birçok kişinin dirildiğini ve onların kendisini izleyebileceğini bilirse, bu iki bilgi o kişiye muhteşem bir ıstırap verirdi; ki bu da benim vicdanıma göre mükemmel bir cehennem tasviridir. Elbette, başta tanımadığımız hiçlik halinde bulunan bu ölü kişinin belleği, acı veya ıstırap gibi duyguları algılayacak kapasiteye sahip olamaz; dolayısıyla belki de bu, bizim şu an anlamadığımız uhrevi bir acıya tekabül edebilirdi. Ya da o kötü kişinin acı çekmek zorunda olduğu fikrinden nazikçe vazgeçebilirdik. Yine de bir ölünün hiçlikte olduğunu bilme halini tahayyül etmek bana aşırı korkutucu geliyor. Hiçlik uzayını dışarıdan gözlemleme ifadesi fazlasıyla farazidir; zira öylesi bir eylem, taraflara karşılıklı konum bilgisini ilettiğinden, hayal ettiğimiz hiçlikten epey uzaklaşırdı. Hiçlik halinin ve belki reenkarnasyonun bellek problemi yaşaması doğası gereği koşulludur; zira kişi hiçlikte olma veya reenkarne olma bilgisine sahip olmazsa, Şeylere ve ilahi Olan’a dair “Hakikat” tahrip edilir, açıkça karalanmaya ve manipüle edilmeye müsait hale gelir. Kişinin hiçliğe karıştığını veya reenkarne olduğunu yalnızca Tanrı bilseydi, bu defa Tanrı’nın iyi niteliklerini yıkmış, onu iblisleştirmiş olurduk. Dolayısıyla Tanrı, irade bahşettiği kullarına hiçlik ve reenkarne gibi sonsuz döngülü evreleri vaat etmişse, bu evrelerin yaşandığına dair doğrulama veya deneyimleme niteliğini de onların elinden asla almamalıdır.
Geleneksel cehennem tarifi yerine, hiçlikte olanın farkında olduğu bir sonsuzluk var olabiliyorsa, Tanrı’nın nitelikleri gereği sonsuza dek mutlu şekilde cennetvari bir düzende yaşayanlar da olmalıdır. Cezanın hiç olmadığı, hiçliğe gidenlerin hiç olmadığı ya da çok az olduğu bir sonsuzluk senaryosunda, cennette H*tler’in kendisine nanik yaptığı bir Yahudinin rıza gösterdiğine dair açıkça ikna olmalıyız. Ne yazık ki birçok insan, yalnızca mükafat ile yetinmeyip, maruz kaldığı kötülüğün cezalandırıldığına tanıklık etmeyi arzuluyor. Kendisini muhtemelen cennete layık görüp, başkasının o cennetten mahrum kalması seçeneğiyle yetinebilmesi varken, tam aksine o kişinin şiddetli azap görmesinin adil olduğuna, Tanrı’nın adaletinin bu tarz bir hakemlik olduğuna inanmak istiyor. Kendisinin öfkesini dindirmeye yönelik ürettiği bu hatalı inanç, nasıl olur da kendi sonsuz mükafatı ile ödüllendirilmiş olmasına rağmen devam eder, anlamıyorum. Matta 20. bölümde anlatılan İsa’nın bağda çalışan işçiler meseli, emeğinin karşılığını vaat edildiği ölçüde almış olmasına rağmen, başka işçilere vaat edilen ve verilen yevmiyeleri fazla bularak isyan eden işçileri anlatır.[1] İşçiler kıskançlık mı yaptı yoksa işveren bağ sahibinin haksızca adam kayırdığını mı dile getirdi? Açıkçası bu ziyadesiyle 'insan düzeyi bir düşünce' gibi görünüyor. Niteliklerinin kusursuz olduğuna inandığımız ilahi varlığın hepimize merhamet göstereceğine ama hiçbir şekilde adam kayırmayacağına, yani adaletini herkesin vicdanını ikna edecek bir adillik ile dağıtacağına iman eden kişinin, adam kaydırmacılığa, süslü cennet-cehennem tasvirlerine, hele hele herkesin bir araya toplanıp teşhirci bir mahkeme ortamında hesaplaşacağı bir ahiret sahnesi düşlemesi son derece abes görünüyor. Kierkegaard’ın da dediği gibi, birey Tanrı önünde evrensele üstün gelir. [2]
Bence soruyu biraz daha düzenlemeliyiz. Ahiret, reenkarnasyon veya hiçliğe karışma ihtimallerine meyilli olmamızın ortak paydası, bir tür kendi emeğimizin karşılığı olan hakediş ürünü olacağına mı inanmak yoksa bireyin ömrünün iyilik-kötülük skorboard’una bakarak, biraz da Tanrı’nın merhametine, kudretine ve adaletine olan güvenimizi sos olarak ekleyerek bir tür havuç-sopa verilmesine mi inanmak istiyoruz? Benim naçizane çözümüm, sonsuzluğu (cennet veya hiçlik) alacak mıyız yoksa verilecek mi şeklinde sorarak problemi elemine etmeme yardımcı oluyor, verilecek bir ceza veya mükafat değil hakedilmiş bir azap veya huzur: İrademiz özgürse, hayal ettiğimiz cenneti kendi emeğimizle alacağız ve Tanrı’nın niteliklerine olan güvenimiz sayesinde, emeğimizin karşılığını hak ettiğimize dair içimizde en ufak bir şüphe olmayacaktır.
Tanrı sihir yapmaz; neden yaratır.
Kaynaklar
-
Søren Kierkegaard. Fear And Trembling, Problema I, 1843. (7 Nisan 1943). Alındığı Tarih: 6 Eylül 2025. Alındığı Yer: religion online
| Arşiv Bağlantısı
-
Anonim Jw.org topluluğu. Kutsal Kitap Yeni Dünya Çevirisi. Alındığı Tarih: 6 Eylül 2025. Alındığı Yer: Jw org
| Arşiv Bağlantısı