Biliyoruz ki, kütlece değil ama oransal olarak "devasa" diye niteleyebileceğimiz bu beyin, bol miktarda masraf ve sorun ile birlikte geldi. Bunlardan birisi de, sahip olduğumuz kocaman kafalar! Biz bu koca kafalarımıza fazlasıyla alışığız, dolayısıyla bize normal geliyor; ancak dışarıdan bakan biri için muhtemelen kendi hayal ürünümüz olan uzaylılara benziyoruz!
Bu iri beyinlerimizin içinde yuvalandığı koca kafalar, daha gelişimin çok erken basamaklarında oluşuyor ve hızla irileşiyor. Ve doğum sırasında annelerin bu iri kafayı vücutlarından çıkarabilmeleri gerekiyor. Bu hiç de kolay bir şey değil, çünkü bize bu iri kafaları veren evrimsel süreci tetikleyen süreçlerden birisi, aynı zamanda doğumumuzu çok zorlu bir hale getirdi: Bipedalizm, yani iki ayak üzerinde yürüme becerimiz.
Ormanlardan savana yaşantısına geçen türümüz için bipedalizm, müthiş avantajlı bir evrimsel değişim olmuştur. Ellerimizi boşa çıkarmış, el-göz koordinasyonumuzu ve dengemizi güçlendirmiş, buna bağlı olarak beyinlerimizin irileşmesini tetiklemiştir. Ancak dört ayak üzerinde duran (quadruped) canlılara nazaran, iki ayak üzerinde duran (biped) canlıların büyük bir sıkıntısı vardır: Dişilerdeki kalça genişliği, dolayısıyla doğum kanalı dikkate değer miktarda daralır.
Birçok canlının üreme (ve doğum) organı, iki bacak arasında, korunaklı bir şekilde konuşlanacak ve rahimle etkili bir bağlantı kurabilecek biçimde evrimleşmiştir. Fakat iki ayak üzerinde duran canlılarda bu açıklık daralır; çünkü dengenin sağlanabilmesi ve etkili bir şekilde hareket edilebilmesi için bacakların birbirine yakın olması gerekmektedir. Her ne kadar insanların evrimsel tarihinde leğen kemiği genişleyerek bu durum bir miktar dengelendiyse de, dört ayaklı atalarımıza nazaran dişilerimizdeki doğum kanalı genişliği dikkate değer miktarda düşüktür. Bu dar açıklıktan, koca bir kafanın geçmesi gerçekten zorlu bir problemdir.
Aslında zekice yapılan bir tasarımda bu tarz bir sıkıntı olmamalıdır; çünkü vücut planı, bu tarz sorunları egale edecek biçimde rahatlıkla tasarlanabilmelidir - hele ki çevreyi ve canlılarla çevrenin etkileşimini de tasarlama gücünüz varsa... Fakat evrim bilinçli, akıllı ve geleceği düşünerek tasarım yapan bir süreç olmadığı için, evrimin ileride doğacak bu sorunu öngörmesi ve buna göre bir tasarım yapması da mümkün olmaz. Dolayısıyla bebeklerimizin iri beyinleriyle, annelerimizin iki ayak üzerinde durmaktan kaynaklı dar doğum kanalları, evrimsel anlamda birbirleriyle çatışan fiziksel özellikler olmuştur. Buna evrimsel biyolojide obstetrik çelişki ya da doğum çelişkisi adı verilir.
Bu tarz çelişkili fiziksel özellikler, sağladıkları evrimsel avantaj ve bunların türlerin hayatta kalma ve üreme süreçlerine kattıklarına bağlı olarak evrimsel süreçte optimize edilir, yani en uygun kombinasyona gelecek biçimde uyarlanır.
Örneğin eğer ki dişilerin doğum kanalları aşırı daralır da, bebekler hiç doğamayacak düzeye gelirse, doğum kanalı (veya kalça genişliği) daha geniş olan bireyler daha kolay üreyeceği için bunların özelliklerini taşıyan bireyler popülasyonda artar: Bu nedenle tür, daha geniş doğum kanallarına sahip olacak biçimde evrimleşir. Yok eğer doğum kanalı aşırı genişler de, türün denge ve hareket özelliklerini kısıtlayıcı bir faktör haline gelirse (veya cinsel seçilim gibi diğer seçilim baskılarının negatif yönde doğmasına neden olursa), bu özellikteki bireyler daha kolay ölerek veya daha az üreyebilerek popülasyondan elenirler; böylece daha dar doğum kanallarına sahip, dolayısıyla daha dengeli bireyler hayatta kalırlar, daha çok/kolay ürerler ve soyları da onlara ait özellikleri daha çok taşıyacak şekilde doğar: Böylece popülasyonlar daha dar doğum kanalına sahip bireylerin sayıca artacağı yönde evrimleşir.
Kalça Genişliği ile Aciz Bebekler Arasındaki İlişki
Peki bipedal olacak biçimde evrimleşmiş insanların dişilerinin kalçalarının dar olmasının aciz bebeklerimizle ilişkisi nedir?
O iri insan beyninin gelişmesi için gereken gelişimsel süreçlerin, evrimsel süreçte değişmesi gerekmiştir. Bu adaptasyonların başında, insan bebeklerinin beyin gelişiminin önemli bir kısmının doğumdan sonra olacak şekilde özelleşmesi olmuştur. İnsan bebekleri doğduklarında, yetişkin bir insan beyninin %33'ü civarında bir beyin büyüklüğüne sahiptir; doğumdan sonraki 90 gün içinde ise %55 dolaylarına ulaşır. Böylece bebekler, beyinleri daha çok ufakken doğabilir ve anneler yavrularını doğurma sırasında ölme risklerini en aza indirirler. Doğum sırasında bu tarz bir soruna sahip olmayan diğer türler ise zihinsel olarak tam (veya tama yakın düzeyde) gelişmiş yavrular doğurabilirler; böylece onlar hayatlarına hemen başlayabilirler. Diğer memelilerde ve sürüngenler gibi diğer canlılarda olan tam olarak budur.
Sadece bu da değil: Bu iri beyinlerin daha dar doğum kanallarından geçebilmesi için, insan bebekleri gelişimlerinin daha erken döneminde doğum yapacak şekilde evrimleşmişlerdir. Bunu şöyle izah edelim: Yenidoğan bir şempanze ile aynı nörolojik ve bilişsel gelişmişliğe sahip bir insan bebeğinin doğabilmesi için, insan annelerinin 9 ay değil, 18-21 ay gebelik geçirmesi gerekirdi!
Tüm bunların bir sonucu olarak, insan bebekleri doğduklarında beyinleri halen tam olarak gelişmemiştir. Öyle ki, yeni doğmuş bir bebeğin kafatası bile halen tam olarak kemikleşmemiştir - ki bu da, daha rahat ve esnek doğumları mümkün kılabilmek için evrimleşmiş adaptasyonlardan birisidir. Benzer şekilde, bir kadının vajinası normalde 2.1-3.5 santimetre genişlikteyken, doğum sırasında 10 santimetre genişliğe (normalin 3-5 katı genişliğe) ulaşabilir. Tüm bunlar, zorlu insan doğumunu bir nebze olsun kolaylaştırabilmek için evrimleşmiş özelliklerdir. Daha doğrusu yine, bu özellikte ve buna yakın özelliklerde varyasyonlara sahip olan bireyler daha kolay hayatta kalmışlardır ve bizler, günümüzdeki özelliklerimizi bu atalarımızdan aldığımız için bu özelliklere sahibiz. Bu özelliklere sahip olmayan diğer atalarımız, hayatta kalamayarak elendiler.
Tabii ki bilimin her alanında olduğu gibi, "aciz bebekler" konusunda da birden farklı hipotezin birbiriyle yarıştığını görüyoruz.
Örneğin Rhode Island Üniversitesi'nden Holly Dunsworth, kalça genişliği (doğum kanalı genişliği) ile aciz bebeklerin tek başına izah edilemeyeceğini düşünüyor. Onun ve ekibinin yaptığı çalışmalar, bizlerin aciz bebeklerinin annelerin vücut büyüklüğü ile ilgili olabileceğini gösteriyor.
Dunsworth ve ekibinin iddiası, daha erken insan doğumunu veya daha dar leğen kemiğini teşvik eden evrimsel süreçlerin bulunamadığı yönünde. Örneğin bir insanın, bir şempanze yavrusu doğurabilmek için ihtiyaç duyacağı vajinal açıklık ortalaması, günümüzdeki insanlarınkinden sadece 3 santimetre kadar daha fazla. Günümüzdeki insan çeşitliliği içerisinde bile bu genişlikte bireyler görmek mümkün. Dahası, leğen kemiği varyasyonunun yürüme becerisi üzerinde dikkate değer bir etkisi olmadığını, geniş leğen kemikli insanların da gayet verimli bir şekilde hareket edebildiklerini ileri sürüyorlar. Yaptıkları bir çalışmada, daha geniş kalçalara sahip kadınların enerji ve mekanik verimliliğinin erkeklere veya daha dar kalçalı kadınlara göre daha düşük olmadığını gördüler.
Onların hipotezi ise, bir yavrunun annesinin metabolik limitlerinin yavrunun ne zaman doğacağını belirlediği yönünde. Örneğin insanlar embriyolarında ikinci trimesterden sonra (yani 13-28. hafta arası sonrasında) metabolik ihtiyaçlar dikkate değer miktarda artıyor. Ancak insan türünün metabolik limit varyasyonu, dinlenme düzeyindeki metabolizmadan en fazla iki kat ötesine kadar çıkmayı başarıyor; sonrasında iç dengemiz (homeostazi) bozulmaya başlıyor. Ana rahmindeki embriyonun metabolik ihtiyaçlarının, dinlenme halindeki metabolizmanın 2 katına ulaştığı nokta, kabaca 38-40. haftaya denk geliyor. Ve bilin bakalım ne? Sağlıklı bir insanın, 38 ila 40. hafta civarında doğum yapması beklenir!
Ancak Dunsworth, bu hipotezlerinin diğer hipotezi dışlamak zorunda olmadığını da vurguluyor. Yani annelerin enerjisi, iri insan beyinleri ile leğen kemiği büyüklüğü arasındaki dengenin bir tamamlayıcısı olabilir. Bunu şöyle izah ediyor:
Doğum Çelişkisi Hipotezi kesinlikle ölmüş bir hipotez değildir. Sadece şunu anlamamız gerekiyor: İnsanın eşsizliğine göndermede bulunan veya bunun üzerine kurulu hipotezler, bilimsel anlamda en çok eleştirilmesi ve didiklenmesi gereken hipotezlerdir. İnsanlar en nihayetinde bir hayvandırlar, bir memelidirler, bir primattırlar, bir kuyruksuz maymundurlar. Eğer bu temel gerçeği gözden kaçırırsak, işte o noktada insan eşsizliğinden bahsetmeye başlarız.
Türümüzün göreli beyin büyüklüğü ve iki ayaklılığı fazlasıyla özel. Bizim kadar iri göreli beyinlere sahip pek az tür var. Birkaç kemirgen haricindeki bütün memelilerden daha iri göreli beyinlere sahibiz. Ancak her zaman bu iri beyinlere sahip değildik. Smithsonian Enstitüsü'nün izah ettiği üzere, evrimsel süreçte bu kadar iri göreli beyinlere sadece 800.000 ila 200.000 yıl kadar önce ulaştık. Dolayısıyla her zaman bu kadar "sıradışı" değildik.
İki ayaklılık da öyle. Kendimizi yegâne iki ayaklı türler sanmaya meyilliyiz; ancak kuşların tamamı bipedaldir. Onların ataları ve kuzenleri olan dinozorların da önemli bir bölümü öyle. Mesela T. rex de biped bir canlıydı. Yani bu konuda da eşsiz değiliz.
127 görüntülenme
Kaynaklar
-
Yazar Yok. Evrim Ağacı. (18 Temmuz 2020). Alındığı Tarih: 18 Temmuz 2020. Alındığı Yer: Bağlantı
| Arşiv Bağlantısı