Bu soruya yanıt verebilmek için öncelikle cinsiyet kimliği ile toplumsal cinsiyet rollerini birbirinden ayırmak gerekir. Toplumun “kadına” ya da “erkeğe” atfettiği roller tarih boyunca değişmiş ve değişmeye devam eden sosyal yapılardır. Güç, şefkat, liderlik ya da itaat gibi özellikler biyolojik cinsiyetten değil, toplumun yüklediği beklentilerden doğar.
Ancak trans kimlik yalnızca bu rollerle ilgili değildir. Bir trans birey, belirli bir rolü benimsemek istediği için değil, içten gelen bir aidiyet hissiyle hareket eder. Yani bir trans erkek “erkek gibi davranmak istiyorum” demekten çok, “ben bir erkeğim” der. Bu kimlik, toplumun erkeklikten ne anladığından bağımsız bir şekilde var olur.
Dolayısıyla, eğer alternatif bir evrende toplumsal cinsiyet rolleri tamamen tersine dönmüş olsaydı — örneğin “kadın” kavramı günümüzde “erkek”e atfedilen tüm rolleri taşısaydı — bu, trans bireylerin kimlik hislerini değiştirmezdi. Bir trans erkek o dünyada da doğumda kendisine atanan cinsiyeti değil, içsel olarak ait hissettiği kimliği seçerdi. Belki o toplumda bu kimliğin ismi “kadın” olurdu, ama kişi yine de mevcut düzene ters düşen bir içsel kimlikle yaşardı. Yani "translık" hâlâ var olurdu.
Bu bağlamda, trans bireyleri yalnızca roller üzerinden tanımlamak onları yüzeysel algılamaktır. Onların yaşadığı kimlik, sadece toplumun neyi “erkek” ya da “kadın” saydığıyla değil, kişinin kendini nerede hissettiğiyle ilgilidir. Etiketler ve roller değişebilir, ama kimliğin özü yerinde kalır.