Sabah ezanında uyanmış bir insanın (tamam, mutlak ateist olarak bana pek uygun bir örnek değil ama varsayalım) rüyasını bir arkadaşına anlatması bile başlı başına bir macera. Ne gördük, nasıl gördük, hangi detaylar değişti? Daha 2-3 saat önceki rüyayı tam hatırlayamayabiliyoruz. Ertesi gün anlatınca daha da farklı aktarabiliriz, çünkü hatırladıklarımızı karıştırırız. Bu kadar yakın zaman aralığında bile bellek oyunlar oynuyorsa, 1400 sene evvelki sözlerin ağızdan ağıza dolaşırken hiç mi sapma olmaz?
Psikolog Hermann Ebbinghaus, 19. yüzyılda unutma sürecini incelemiş ve "Ebbinghaus Forgetting Curve" (Ebbinghaus Unutma Eğrisi) denilen bir model geliştirmiştir. Kabaca, öğrendiğimiz bilginin büyük bir kısmını ilk birkaç saat veya gün içinde unutmaya başlarız. Elbette bu deneysel olarak kısa hece dizileriyle yapılmış bir çalışma, ancak genel çerçeve bellekle ilgili gerçeği yansıtıyor. Bugün böyleysek, bin küsur yıl önce sözlü aktarımın nelerle karşılaştığını varın siz düşünün. Bir kişi, bir hadisi yanlış hatırladı mı, o hadisi aktardığı insanlar da aynı hatalı versiyonu taşıyabilir; tıpkı bozuk bir kopyayı çoğaltmaya devam etmek gibi.
Teknik açıdan bakacak olursak, sözlü bir zincirde (bir raviden diğerine aktarılan süreçte) toplam hata oranını kabaca tahmin etmek için şu tür bir formül düşünebiliriz bence:
Yani:
, tek bir anlatımın bozulma (hata yapma) olasılığını gösteriyor.
, aktarım sayısı (yani zincirde kaç kişi bilgiyi başkasına anlatıyor) demek.
Eğer çok küçük olsa bile, büyüdükçe 1'e yakınsayan bir hata toplama olasılığı doğabiliyor. Yani zincir uzadıkça, dişe dokunur bir bozulma riski artıyor. Bir rivayet, on rivayete, o on rivayet belki yüzlerce varyanta bölünmüş ve derken her bir varyanta küçük küçük hatalar eklenmiş olabilir. Bu tabii malzemenin tamamı yanlış diye damgalamayı gerektirmese de, "çok titiz çalışıldı, her şey yüzde yüz korunmuş" demek pek de realist gelmiyor.
Diyelim, Emeviler dönemi, Abbasiler dönemi... Her dönem, kendi bakış açısını meşrulaştırmak için hikâyeler, övgüler, rivayetler yayma eğiliminde olmuştur. Joseph Schacht veya Ignác Goldziher gibi araştırmacılar da bu konudaki şüpheleri dillendirmiştir. İnsan doğası gereği, kendi bulunduğu grubu haklı gösterecek, propaganda unsuru olabilecek rivayetleri "doğru" ya da "orijinal" saymaya yatkın olabiliyor. Bir futbol takımını "her zaman şampiyondu" diye anlatan bir fanatik gibi. Halbuki arada mağlubiyetler, puan kayıpları, tartışmalı hakem kararları da var. Ama taraftar, hikâyenin bu kısımlarını bazen görmezden gelir ya da çarpıtarak anlatır. Tarihte de siyasi ve mezhepsel ayrımlar hadislere yansımış olabilir.
Nasıl ki bir bakterinin genetik bilgisinde küçük mutasyonlar birikerek zamanla farklı türlere yol açabiliyorsa, sözlü gelenekte de "mutasyon" diyebileceğimiz ufak tefek değişiklikler birike birike farklı varyasyonlara neden olur. Sonra bu varyasyonlardan bazıları "seçilir" (beğenilir, meşhur olur, yazıya geçirilir) ve elenmeyen bu anlatılar hâkim rivayet haline gelir. Evrimde "fit olan kazanır'" diyoruz; burada da "politically fit" (siyaseten veya toplumsal açıdan işine yarayan) olan rivayet yaşıyor.
Bir konuyla ilgili iki farklı hadisin varlığına sık sık rastlanabiliyor. Bu da "Hangisi doğruydu?" sorusunu getiriyor. Şöyle düşünün, sınavda öğrenciler birbirlerinden kopya çektiği halde, aynı soruya birbirinden farklı cevaplar yazmışsa dersiniz ki "Burada bir tuhaflık var." Elinizde, aynı olay hakkında farklı aktarımlar varsa, en azından bir kısmında çelişki olması kaçınılmaz.
Bazı hadislere bakınca, mesela göğün yedi kat olması, evrenin merkezinin Dünya oluşu gibi, bugünkü bilimsel çerçevede anlamsız duran ifadelere rastlanır. Hadi diyelim bu ifadeler mecazi anlatımdı, sembolikti — ama tam da hangi hadis sembolik, hangisi literal dendiğinde, işler iyice karışabiliyor. Birisi, "Bu ayette/hadiste kastedilen aslında mikrodünyadır" der, öbürü "Hayır, bildiğin gök kubbedir" diye ısrar eder. Bundan yüz yıllar evvelki astronomi ve coğrafya bilgisi de epey sınırlıydı. Dolayısıyla bu metinlerin insan aklının ve o dönemin kültürel arka planının ürünü olması çok daha mantıklı geliyor.
Yukarıda bahsettiğimiz gibi, aktarımlar matematiksel modellerle analiz edilebilir. Eğer bir hadis, çok sayıda bağımsız kanaldan, birbirinden habersiz ravilerden, coğrafi olarak farklı ortamlarda benzer şekilde geliyorsa belki "görece" daha güvenilir sayabiliriz.
Ama şu da var: O dönemdeki iletişim ve seyahat koşulları göz önüne alındığında, aslında "bağımsız" sandığımız zincirler bir yerde kesişiyor olabilir. Neticede, tam olarak "kontrol grubu" gibi bir durumdan söz edemeyiz.
Bilimde, bir iddia her zaman yeniden test edilebilir, deneyle ispatlanabilir veya yanlışlanabilir. Oysa dini metinler, test edilebilirliğin ötesinde kutsal sayıldığından, bilimsel sorgu süzgecinden geçemez. Benim için dayanağı gözlem ve deney olmayan hiçbir iddia mutlak doğruluk taşıyamaz. Bu nedenle "Hadis şu şu rivayet zinciriyle yüzde yüz doğru" demek, bilimin doğasına aykırı düşüyor. Bilim "mutlak kesinlik" yerine "olasılıklı doğrulama" yapar.
Elbette inananlar için bu metinler kutsaldır, manevi değeri çok büyüktür. Ancak benim için bu rivayetlerin büyük oranda insan emeğinin, politik güç mücadelesinin ve sözlü kültürün zihinsel oyunlarının bir ürünü olduğunu söylemek daha ikna edici duruyor.
Matematiksel modelden tutun da tarihsel olaylara, evrimsel benzetmeden günlük yaşama kadar, her açıdan değerlendirince, "Kutsal metinler kusursuzdur" önermesini doğrulayacak sağlam kanıt göremiyoruz. Dolayısıyla "yüzde yüz güvenilirlik" beklentisi, bilimin ve insan aklının deneyimlediği gerçeklik çerçevesinde pek de yeri olmayan bir iddia gibi duruyor.