Dindar demek, kendi inanış biçimini başkalarına empoze etmeye çalışan demek değildir. Kişi herhangi bir inanış biçimine ve yaşam şekline sahip olabilir. Ancak bu durum, herkesin kendisi gibi olması gerektiğini düşünmesini gerektirmez. Aynı inanış biçiminin içinde bile farklılıklar söz konusu iken hayatı yorumlama anlamlandırma açısından herkesin aynı düşünmesini en azından beklemek, teorik anlamda hata olacaktır.
Şahsi olarak kendim gibi inanmayan birini asla benim gibi inanmaya çağırmazdım. Bu, kişinin kendisi olmaktan vazgeçmeye davettir aynı zamanda. Ben sadece onu düşünmeye, farklı fikirlere açık olmaya davet edebilirim. Derinleşmeye, bilgiye davet edebilirim. Yorum, onun iradesine kalmak zorundadır. Niye.
Dindar açısından tanrı bile kulun iradesine müdahele etmemektedir. Seçimlerini kul a kalmış iken, başka bir kulun iradeye müdahelesi dini açıdan da çelişki ve sorun olarak görünmekte.
Ayrıca düşünsel anlamda yeterli oranda derinleşmemiş bir kişinin inanç biçiminin önemi geri plana düşmekte. Kavramsal olarak kendini geliştirmek ve yetiştirmek gibi en temel görevi yerine getirmemiş bir bireyin hayatı varoluşu yorumlama gibi üst bir konuda değerlendirilmesi hata olacaktır. İşte önce ben en temel basic aşamayı geçtim mi ki, benim gibi inanmayan birini kendimin bile tam ikna olmadığı inancıma davet edeceğim. Eğer bu çabayı göstermiş olsaydım, zaten başkalarının inanç biçimleriyle değil, kendi kavramsal manevi dünyam ile ilgileniyor olurdum. Merak eden zaten sorup detaylı bilgi alacaktır.
Aslında din çığırtkanlık ve afişe etme ile değil, derinleşme ve yaşam biçimiyle sunulan bir sistem. Nasıl kendini ateist zanneden ama kavramsal yetersizlik nedeniyle taraflaşma dışında bir derinliğe sahip olmayan bireyler inançlılara karşı bir tutum sergiliyorsa, inanç anlamında ve düşünsel anlamda yetersiz bireyler de kendini inançsız olarak sunan bireylere karşı cephe almayı görev gibi görebiliyor malesef. Bu bilinç seviyesinde hala savaş - kaç dürtüselliği hakim ve derinleşme çabası bunun oldukça gerisinde kalmış durumda.