Eğer bir yaratıcı varsa madde ve enerjinin öncülü olmak zorundadır. Aksi halde evreni yaratamaz. Çünkü evren (evreni oluşturan enerji) yoktan var olamazdı. Çünkü Tanrı evrenin öncülü ise o zaman evren yokken o vardı demektir. Evreni ortaya çıkaran enerji ise hiç birşeyin olmadığı yokluk durumundan ortaya çıktı. Yani ondan önce ne zaman ne uzay (yer) vardı. Madde diye bir şey veya enerji diye bir şey yoktu.
Peki Tanrıyı ne oluşturur. Tanrı hiç bir biçimde tanımlanamaz. Çünkü onun maddesel veya enerjisel bir karşılığı olmak zorunda değildir ki evreni yoktan var edebilmesi içinde zaten madde ve enerjinin onu tanımlamaya yetmemesi gerekir. Ancak bu şekilde evreni yoktan açığa çıkartabilir (var edebilir). Eğer Tanrı dışında evrenden önce hiç bir şey yoksa o zaman evren Tanrının bilgisinde açığa çıktı demektir. Çünkü O yokken hiç bir şey, yer, zaman yoktu. Ancak O vardı. Bu da Onun tanımsızlığına rağmen var olması demek ki böyle bir var oluş türü sadece sonsuz bir bilinç varlığı ile mümkündür. Bu bilinç ise hiç bir madde ve enerjiye dayanmamalıdır. Buna göre Tanrı saf bilinç bir varlıktır ve evrene dair tüm varoluş Onun bilgisinde yoktan var olmuştur. Evrendeki tüm bilgiyi Onun kuşatmış olmasının nedeni de zaten budur. Evrendeki küçük yada büyük hiç bir şey yoktur ki Onun bilgisinde olmasın. Herşey Onun bilgi dünyasında açığa çıkmıştır. Yine buna göre evrenin tüm varlığı esasen bilgiden oluşur. Buna göre evrendeki her bilinç hali de zorunlu olarak Onun bilincine dayanmak zorunda olur. Bizlerin bilinçlerimizin evrendeki bilgiyi 'okuyabilmesinin' nedeni de evrenin bilgiden oluşması ve bizlerin de bunu 'okuyabiliyor' olmasıdır. Evrendeki bilginin bu şekilde bilinçli varlıklarça okunabilmesi için evrendeki herşeyin bizim bilinçlerimizde uygun bir bilgiye dönüşebilmesi gerekir. Bunu da evrende görüyoruz. Evrenin içinde var olmuş bizlerin evrenin neden merkezinde olduğumuzu da buradan anlayabiliriz. Çünkü evreni bizler bilinçli gözlemci olarak tanımlayabiliyoruz. Gerçekte bizler de evrende var olmuş varlıklar olarak evrene tabiyiz ancak aynı zamanda evreni tanımlıyoruz. Bu da tanımlayan ve tanımlamanın bizlerde birleşmesi demek ki bu bir paradoks yaratır. Çünkü hem tanımlanan hem tanımlayan olmak gerçekte iki şey de aynı anda birleşmez. Tanımlayan tanıma tabi olamamalıdır. Bu nedenle bizlerdeki bilinç hali gerçekte bir tanımsızlık sebebidir. Ancak bedenlenmiş bilinç hali nedeniyle aynı zamanda kendimizi de evrene tabi olarak görür ve kendimizi de tanımlarız. Tabi bu tanımlama bedenlerimiz için geçerlidir. Bilincin kendisi ise tanımlayan durumdadır. Bilincin kendi kendine yönelip tanımlaması ise başarısızlıkla sonuçlanır. Çünkü tanımlayan ve tanımlananın bir araya gelmeye çalıştığı bir durumdur bu durum ve paradoks yaratır. Demek ki bizler bedenen tanımlıyız ve burada sorun yok. Maddesel bir form olarak bedenimizi tanımlayabiliriz. Ancak iş bilincimizi tanımlamaya gelince tanımlayan olarak bilinç kendi kendini tanımlamaya çalışır ki burada artık yukarıdaki paradoks ortaya çıkar. Yani yukarıdaki bahsettiğim paradoksun ortaya çıkış sebebi bilincin tanımlayan durumda iken evrendeki herşeyi bedenlerimiz de dahil tanımlarken ortaya çıkmaz. Ancak ne zaman ki kendisine yönelir işte paradoksa o zaman ortaya çıkar. Bu da bilinç açısından Tanrının tanımsızlığına dayanan bir durumdur. Çünkü bilinci herhangi bir şekilde tanımlayamazsınız. Çünkü bir kavramsal sınırlandırmaya dayanan tanımlama yapamazsınız. Şimdi birisi bilinç kendini bilme halidir diyebilir ve tanımladığı iddiasında bulabilir. 'Ben' diye ifade ettiğiniz varlığın gerçekte atomlardan oluştuğunu ve beyin denen et parçasının düşünüp gören duyan varlık olduğunu düşünmüyorsanız o zaman 'ben' dediğiniz varlık belirsizlik hali içindedir. Kendisini beden olarak tanımlayanlar henüz bu işin çok sınırlı bir tarafındadır. Çünkü ben dedikleri varlığının yeterince üstüne henüz gitmemişlerdir. Bilinç ne kadar kendine yönelir ve kendisinin farkındalığını artırırsa tanımsızlık halinin de o kadar farkına varmaya kendisinin varlığının belirsizliğini anlamaya başlar. Bilinç gerçekte herşeyi (dış dünyada ve bedenimizde) olan herşeyi izleyen durumdadır. Gerçekte burada bilinç aslında qualia (bilinç deneyimi olarak) herşeyden bağımsız bir deneyim yaşamaktadır. İzleyen varlık size bile yabancılaşabilir. Çünkü 'ben' dediğiniz varlığı bilinç olarak tanımlamakta başarısız oldukça bu durum derinleşebilecektir. Bilincin 'farkındalık' olarak ifade edilen ve basitçe bu şekilde ifade edilip geçilen halindeki bu 'izleyen' (veya 'gören') durumu gerçekte bilincin herşeyden bağımsız olduğunu gösterir. Daha önceki yorumlarımda örneğin bilinc deneyiminin zamana neden tabi olmadığını detaylı açıklamıştım. Burada dikkat edin beynimiz et parçası olarak zamana tabi değil demiyorum. Bilincimizin deneyiminde zaman kavramı yoktur diyorum. Bütün insanların tartışması aslında dualite (beden/bilinç ikiliğinden) çıkar. Bilincini beynine indirgeyenler ile indiergemeyenler arasındadır aslında Tanrı tartışması. Atesitler bilinclerinin beyinlerine tamamen tabi olduğunu düşünürler ve buna göre değerlendirme yaparlar. Bu iki grup tartışmanın iki uc tarafını oluşturur. Ancak biz başka bir yerdeyiz. Bizler bilincin deneyiminin beyne (bedene) tabi olması bilinç deneyiminin yine de beyne tabi olmasını zorunlu kılmaz diyoruz. Bilinç deneyimi hem beyne tabi olup hem de beyinden bağımsız niteliklere sahip olabilir diyoruz ki bilinç deneyiminde zaman deneyimi gerçekte olmaması da bunun sonuçlarından biridir. Bilinç bedene (beyne) tabi kılınmış durumda ise yaşadığı acı haz gibi bedensel deneyimleri yaşar (algılar/hisseder) ancak bilincin 'bilme' hali yani yaşadıklarının bilgiye dönüşme hali ise bundan bağımsızdır. Aynı nedenle bilincın yaşadığı herşeyi yukarda belirttiğim gibi 'izleyen' veya 'gören' (yani tanımlayan durumunda) olma hali denen 'farkındalık' hali de yine bağımsız olacaktır. Buna göre 'bedene tabi bilinç hali' ile 'bilince tabi beden hali' birbirini dışlayan değil birlikte var olan bir durumdur ve yaratıcı var mı yok mu konusunda insanların kadim tartışmasının var olmasının nedeni de bu iki durumun birlikte var olabileceğini düşünmeyip tartışmanın uclardaki taraflarından birini tercih etmelerine dayanıyor demektir. Oysa her iki taraf da bu durumda esasen hem kısmen haklı hem de kısmen yanılıyor demektir. Dualizm tartışmaları bu nedenle gerçekte boşunadır. Gerçek olan durumu şu şekilde ifade edebiliriz bizler 'bedenlenmiş birer bilinç hali' yiz ve halindeyiz. Bedene tabi var olduk ama 'bilince' de sahibiz. Bilinç halimiz hem beyinden (maddeden) etkilenir hem de bilincimiz maddeyi (bedeni) etkiler. Örneğin Plasebo etkisinin nedeni de budur. Düşünsel durumunuz (yani neyi nasıl düşündüğünüz) bedeninizi etkiler ve sizi iyileştirebilir. Yine düşündüklerimizin beyin hücrelerinde ateşlemeye sebep olması yani tek yönlü olarak indeterminist bir nöron tetikleme sürecini başlatabilmesi de buna bağlıdır. Çünkü aksi halde determinizme tabi bir mekanik bir durumda ne düşündüğümüzü bizim belirlememiz ve beyni bilincin tetiklemesi mümkün olamazdı. Yukarıdaki ifade ettiğim bedenlenmiş bilinç halinde Düşündüklerimizi beynin durumu da belirleyebilir, beynin durumunu düşündüklerimiz de belirleyebilir demek olacaktır yani burada bir iki yönlülük söz konusu ve imkan dahilindedir. Bütün bu iki yönlülüğün bugün de bazı bulguları olsa da beyinle/bilinçle ilgili çalışmaların bu durumu daha net ve çok daha fazla bulgu ile ileride ortaya çıkaracağıni düşünüyorum ve bu kaçınılmazdır.
Sonuç olarak bigbang Tanrının sonucu mu derken Tanrıdan ne anladığınız çok önemli. Çünkü Tanrıyı sonsuz ve tanımsız bir bilme hali olarak yanı bilinç hali olarak ele almayı kabul ederseniz Tanrı dışında hala şuanda dahi hiç bir varlık yoktur ortada demek olacaktır. Tüm varlık Onun bilincinde bir bilgi halinde olacaktır. Bu da tanrının mutlak var olan olduğunu evrenin ise göreli yani bize göre var olan bir durumda olduğunu, gerçekte evrenin varlığının Hiçlik durumunda olduğu demek. Evren tanımlayabilen bizler için anlamlı ve vardır. ( Düşünüyorum o halde varım sözü ile kast edilen esasen 'bilinçliyim (kendimin var olduğunun farkındayım) o halde varım ve ben varsam gördüğüm algıladığım herşey de (bana göre göreli ve izafi olarak) var demek'tir. Bilinç hali (bilinçli gözlemci) var olmadan evrenin hiç bir bilinen anlamlı (tanımlanabilir) durumu yoktur. Bu yuzden bilinçli gözlemciler evreni merkezindedir ve tutarlılığı tek sorgulayabilen ve tanımlayabilen anlamlandırabilen varlıklar olarak herşeyin merkezinde onlar vardır. Bu 'türümüze dair ego' diye ifade edilen durum yeterince düşünülür ise kaçınılmaz olarak böyledir. Bu nedenle bu türümüze dair bir ego değil somut kaçınılmaz bir durumdur. Hayvanlarla insanı kıyaslayıp kendimizi (özellikle bilinçli varlığımızı) fazla basitleştirmeyelim. Zaten hayvanlar da canlı olarak inanılmaz kompleks varlıklardır. Hiç bir teknoloji şuan bir sineğin kanadını yoktan var edemez. Doğayı kullanıp bunu üretebiliriz ama bu yaratma değil 'üretme' olacaktır. Üzerine basıp öldürdüğümüz bir sineğin bu şekilde düşününce değeri ve varoluş tarihindeki milyarlarca zamana dayana süre o canlıyı evrenin en değerli varlığı haline getirir ama bizler bilgisizliğimizle ne yazık ki bunları çoğu zaman düşünemiyoruz. Oysa bütün canlılar eşsiz birer varlıktır. Ancak şunu da görmek gerekir ki burada bu eşsizliği 'görebilecek' tanımlayabilecek tek varlık dünyada bildiğimiz kadarıyla bizleriz. Bu eşsizliği fark edip tanımlamak ve anlamak da herşeyden daha eşsiz bir şeydir. Çünkü 'eşsizlik' tanımı biz olmadan tanım olarak var olamaz ve takdir edilemezdi. Şuursuz bir varoluş halinde istediği kadar eşsiz varlıklar olsun hiç bir anlamı olmaz ve bu 'eşsizlik' anlamı ortaya çıkamazdı. Bizler eşsizliğın içinde 'birinci eşsiziz' Bu nedenle egomuz nedeniyle bu eşsizliği kendimize mal etmeyip tüm eşsizliğin asıl var edici kökenini anlayıp asıl eşsiz olan bu kaynağın eşsizliğini anlamalıyız.