“Detan” ve Sivrisinek Hikayesi!
Düşünün ki sitem veya galaksi aşırı bir gezegene gidecek denli gelişmişiz ve o gezegendekiler henüz en yakın gezegene dahi egemen olabilecek teknolojik donanımdan yoksun. (Şimdiki biz yani)
Bu, türümüzün en modern insanının Afrika’da bir sahra ziyaretine benzer. Öte gezegen de o sahradaki milyonlarca karınca yuvasından birine…
1. Senaryo: Türümüzün temsilcisinin bir karınca yuvası ile derdi fotoğraf veya belgesel çekmek dışında ne olabilir ki…
2. Senaryo: Bilerek ve isteyerek veya yanlışlık ile türümüzün temsilcisinin o karınca yuvasını dağıtmasının, tarumar etmesinin ( milyonlarcası durur iken) o temsilci veya türümüz nazarında ne önemi olabilir ki…
İşte temel mesele de bu: Evrende yapayalnız isek korkmalıyız. Yalnız değil isek ve başkaları bizden daha ileride ise iki defa korkmalıyız. İlki onların nazarında basitliğimizden ikincisi yine onların nazarında önemsizliğimizden ve her ikisi de aynı kapıya çıkar. Burada sadece roller değişir.
İşte bu nedenledir ki eğer dünya dışı bir medeniyet var ve biz ona ulaşmadan bize ulaşacak kadar gelişmiş ise, onların nazarında gezegenimiz Afrika sahrasında bir karınca yuvasından, bizler ise o yuvada yine onların nazarında ilkel dürtüleri ile koşuşturan belgesellik karıncalardan farklı olamayız.
Yuvamızın (gezegenimizin) bir belgesele konu olması ile bilerek yahut bilmeyerek tarumar edilmesi arasında ve yine onların nazarında “tüh” pişmanlığı ötesinde de bir şey beklemeyelim.
Kendimizi savunmak üzere saldırabiliriz elbet. Nazarımızda sivrisinekler bunu yapıyor zaten ve fakat hepsini ve bir anda püskürtmek için bir detan yetiyor. Hatta uykudaki emekleyen çocuğumuzun ruhu bile duymadan. Sevgiyle…
Büyüme Yaşlanmanın Kibar Adıdır!
Ve bir yerde yaşlanma varsa ki adı esasında fiziksel aşınmadır, kimyasal çözülmedir ve biyolojik tükenmedir. Her üç farklı alanda da nihayetinde ölmedir.
Dolayısı ile ölümsüzlük söz konusu olduğu anda her canlı varlık ölümsüzlüğe nail (sahip) olduğu anı sonsuza kadar korumak zorundadır. Yani yaşlanmamak zorundadır. Ve bu nedenle de bu özelliğe sahip olduğu anı fizyolojik olarak da korumak zorundadır. Çocuksa çocuk, ergense ergen, yetişkin ise yetişkin ve yaşlı ise yaşlı olarak…
Bu aşamadan sonra ölüm yok ise yeni doğum da yoktur. Çünkü ana rahmine düşüldüğü andan itibaren her aşama aynı zamanda ve esasında bir yaşlanmadır. Yaşlanma da söz konusu olmadığına göre doğum da yoktur.
Ne kadar sıkıcı bir dünya öyle değil mi…
Bunun bir yolu daha var: O da belirli bir yaşa geldikten sonra yaşlanmayı durdurmak. Sürekli doğumun olup ölümün olmadığı bir dünya düşünün. Sonra galaksi, galaksiler ve ötesi.
Böylesi bir durumda değil bir dünya bir evren bile tahayyül edilemez. Çünkü enerjinin devinimi, dönüşümü ve yeniden yaratımı yok ise, değil yeni için , var olan için bile enerji yetmez. Çünkü sınırsız ve sonsuz değildir.
Enerjinin arzının talebi artık karşılayamayacak olduğu aşamada, teknolojimiz ne denli gelişkin, aklımız ne denli yetkin olursa olsun çoklu enerji yetmezliğinden kaynaklı olarak ölüm kaçınılmazdır.
Bir de bu enerji arzının talebi karşılayamaması nedeni ile evrenimizin tasarruf tedbirlerini uyguladığını ve bizi ölümsüz fakat aynı zamanda minimum enerji tüketimi ile adeta donmuş vaziyette sonsuza kadar hareketsiz tuttuğunu bir düşünsenize. Ne büyük ızdırap…
Yaşlanmak iyidir. Ki biz canlıyız ve canlılar doğar, gelişir, büyür ve ardın sıra gelenlere yol ve yer açmak üzere ölürler. Her anın tadına varmak lazım… Fakat bu, gelişen bilimsel ve teknolojik alt yapıya bağlı ve paralel olarak ömrümüzün uzatılması önünde bir engel de değildir. Buna da itirazımız yok zaten. Sevgiyle…
Bence tüm o insanların, izleyicilerinin ve dahi kendi sosyal çevrelerinin "kendini kandırma sanatında" ustalaşmalarının eseri bu yobazlıklar...
Ve fakat pek çok sebebi var...
Başta denetimsizlik...
Eğitimsizlik...
Dahası dijital ve yalan bir dünyada evlerinde bulamadıkları özgürlüğün sınırsız olması...
Filitre kültürümüzün gelişmemiş olması...
Herkesin kendini değerli zannetmesi... hatta kendini çok doğal, çok bilgili, çok etkileyici ve sair görüyorlar... çünkü böyle yetiştirildiler... pohpohlanarak, sensin denilerek...
Dahası arz-talep meselesi... birileri izliyor ki onlar da bu etkileşimi alıyor... bilinçle izlemese de dalga geçmek için ya da meraktan dahi o etkileşimi o hak etmeyen içeriğe saçmalamak ya da geçici bir kahkaha atmak için veriyoruz...
Kaldı ki bu tipler normal sosyal çevrede sosyalleşemeyen, kendini de anlatamayan tipler... tek sözlerinin gerçek olduğunu zannettikleri yer sosyal medya... çünkü algoritmaların reaksiyonu değerli bulması nedeniyle etkileşimlerde ön plandalar... zannediyorlar ki "biz iyi bir şey yapıyoruz... yüzlerce insan da bizim gibi... demek ki doğru yoldayız... para kazanmak ya da ünlü olmak için eğitim almak şart değil" mantığı ile...
Ve kaliteli? çoğunluk bu realiteyi görmezden gelerek sadece izliyor... "bana dokunmayan yılan bin yaşasın" mantığı ile...
Konuşanlar, eleştirenlerse tamamen bu tipleri ötekileştirdiği öfke dolu - alaycı bir dil kullandığından bence ve ne yazık ki topyekün çürümeye doğru hızla giden bu gerçekliği tedavi etmek oldukça zor...
Evrim Ağacı'nın %100 okur destekli bir bilim platformu olduğunu biliyor muydunuz? Evrim Ağacı'nın maddi destekçileri arasına katılarak Türkiye'de bilimin yayılmasına güç katın.