Filmin bariz bilimsel detaylarını zaten bolca tartıştık, amacım bunları hortlatmak değil. Gargantua, solucan deliği, film boyunca yapılan bilimsel göndermeler fevkalade! Filmi bu temel bilimsel kavramlar açısından daha önceki bir Evrim Ağacı makalesinde incelemiştim, o incelememi okumanızı öneririm.
Filmin (tabii ki Gargantua haricindeki) en sevdiğim sahnesi, liselerde "göreli hareket" konusunu öğretirken öğretmenlerin "Boşverin, şu sahneyi izleyin anlarsınız zaten." diyebilecekleri kalitede çekilen, Ranger'ın Endurance'a oturma sahnesiydi.
Ancak bu defaki izleyişimde, konuyu zaten bildiğim için, işin biraz daha gözden kaçan, yeterince üzerinde durulmayan detaylarına odaklanma imkanı buldum. Size bunlardan iki tanesinden bahsedeceğim:
1. Görelilik Psikolojisi
2. Aşk, Kütleçekimi ve 5. Boyut bıdısı
Bahsetmek istediğim şeylerden ilki "Görelilik Psikolojisi". Evet, bu film, çok çok özel bir alana çok hoş bir şekilde değinmiş. Einstein'ın Görelilik Teorisi'ni biliyoruz. Buna bağlı olarak zaman genişlemesi (time dilation) olayını da biliyoruz. Bir dolu düşünce deneyi de var.
Ama düşünce deneylerini ve işin fiziğini bir kenara bırakıp, gerçekten bunu başardığımızda, insan psikolojisi bunu nasıl karşılayacak? Bu, üzerinde düşünmesi enfes bir soru! Çünkü bu teorinin sonuçları, sadece fiziği değil, psikolojiyi de etkileyecek. Bir uzay görevine gidip gelseniz ve çocuklarınız ölüm döşeğine gelmiş, torunlarınız ve hatta onların çocukları kazık kadar olmuş olsa, bunu psikolojiniz kaldırabilir miydi? Hemen "Ne var bunda ya, her şey bitti de o kaldı." demeyin. İnsan psikolojisi öyle basit bir konu değil. Günümüzdeki Mars görevlerinin en büyük sorunlarından birisi, en nihayetinde insan olan birkaç kişiyi bir tenekenin içine koyup 8 ay boyunca orada kavga dövüşsüz ve psikolojilerini bozmadan yaşatmak. Sonra da yıllarca aynı ekiple yaşamalarını sağlamamız gerekiyor! Yani Görelilik Teorisi, uzay görevlerimizin sıradan bir parçası haline geldiğinde, sadece astronotların değil, tüm insanlığın bu tuhaf fiziksel gerçeğe psikolojik olarak hazırlanması gerekecek. Astronotlar için birkaç yıl alan görevler, bizler için asırlar alabilecek!
Bahsetmek istediğim ikinci konu ise şu "aşk ve 5. boyut" olayı. Filmi bu defa izlerken, o kadar basit "Öff, ne saçma!" deyip geçemedim. Çünkü yapımcıların kafasının bu "aşk yoluyla iletişim" konusunda (haliyle) fazlasıyla karıştığını ve işin içinden çıkamadıklarını fark ettim.
Filmde çok bariz bir şekilde "aşk" dediğimiz duygunun zaman ve mekanın ötesinde olduğu, dolayısıyla boyutlar üstü bir iletişim aracı olabileceğine değiniliyor. Cooper ve Murph arasındaki sevgi tekrar tekrar vurgulanıyor. Film sonunda da "hayalet" göndermesi buna bağlanıyor. Tabii ki böylesine bilim-odaklı bir bilimkurgunun böyle bir yola girmeyi seçmesi üzücü. "Senaryo gereği" desem yazıktır; "Bilimkurgudur, olur o kadar" desem yüreğim el vermiyor. Freeman'ın "beyin ve miti"ni destekleyen film çekmesiyle yarışacak bir rezalet bu kısım.
Örneğin Cooper'ın aşkın varlığıyla ilgili (tamamen doğru olan) evrimsel açıklamasına, "O zaman ölmüşlerimize neden sevgi duyuyoruz?" gibi bir cevap veriliyor. Aşkın "zaman-öteliği" bu şekilde temellendiriliyor. Halbuki bu, var olan bir duygunun genellenmesinden ibaret. Aşkın "mekan-öteliği" ise Dr. Brand'ın Dr. Edmunds'a aşkı ile temellendiriliyor. Yani yakınımızda olmayan birine duyduğumuz aşka dayalı hasret, bir şekilde aşkın temel fizik ötesi bir olgu olduğunu desteklemek için kullanılıyor.
Ancak yapımcıların ve senaristlerin kafa karışıklığı, bu aşk meselesi ile kütleçekimini karıştırdıkları noktada belirginleşiyor. Film, bazı yerlerde "aşk" nedeniyle 4 boyutun ötesinde iletişim kurulabileceğini iddia ederken, bazı yerlerde bunun "kütleçekimi"yle olduğunu söylüyor. Gargantua içindeki Tesseract'ın gelecekteki insanlarca yapıldığı söyleniyor. Bizi kurtarmaya çalıştıkları söyleniyor. Aşk ve sevgiyle boyutlar üstü iletişim kurabileceğimiz iddia ediliyor. Ancak bunun kütleçekimi yoluyla aktarıldığı falan söyleniyor. Behey behey...
İşin komik tarafı, filmin hatalı bir şekilde iddia ettiğinin aksine, kütleçekimi dediğimiz temel kuvvet de zaman ve mekan ile kısıtlanmış halde. Mesela kütleçekimi etkisi, ışık hızıyla sınırlı. Güneş şu an yok olsa, Dünya 500 saniye boyunca yörüngesine normal devam ederdi. Ancak böylesi bir filmde bile bu aşk meselesine bu kadar saplantı duymamız, duyguların biyolojisine ve kimyasına dair ne kadar az şey bildiğimizi, daha doğrusu bilimle halk arasında ne büyük bir kopukluk olduğunu gösteriyor. Aşk gibi duyguların, "soyut" olduğuna inanıyoruz. Okullarda bile "soyut" kavramlara örnek olarak duygular veriliyor. Halbuki hiçbir duygu "soyut" değil; her biri "somut" kavramlar. Nörobiyolojideki ablasyon deneylerini okuyan biri, spesifik sinir bölgelerini elektroşokla susturarak istediğimiz duyguları kapatabileceğimizi görür.
Tabii bir de filmde aşkla ilgili en büyük hata, aşkın "zaman ve mekan öteliğe" sahip tek duygu olduğunun açık bir şekilde vurgulanması. Halbuki korku ve merak gibi duyguların hepsi, aşka atfedilen özelliklere aynen sahip. Bu mantıklı; zira aşkın duygular arasında özel bir yeri yok.
Beynin nasıl çalıştığını, ne gibi kusurları olduğunu, tarihten günümüze kadar yapılan deneylerle beyne dair neler öğrendiğimize dair, A'dan Z'ye her şeyi merak edenlere, Prof. Dr. Sirel Karakaş'ın "Kognitif Nörobilimler" şaheserini önemle tavsiye ediyorum. Hayatınız değişir. Nöral aktivitenin *tam olarak* nasıl bilişe dönüştüğü konusu elbette çözülmeyi bekleyen bir soru işareti. Ancak bu sistemin temelinin fiziksel müdahelelerle manipüle edilebiliyor olması, kavramın fiziksel olduğunu gösterir. Yani duygularda bilim-ötesi hiçbir parça bulunmuyor. Eğer duygular fiziksel ve tamamen somut olmasaydı, hiçbir psikiyatrik ilaç çalışmazdı. Dolayısıyla ilk olarak duyguların metafiziğine yönelik bu saplantımızdan sıyrılmamız gerekiyor. Beyin, olduğu haliyle zaten müthiş gizemlerle dolu. Hayaletler, bu gizemin bir parçası değil!
Bu aşk, boyutlar, kütleçekimi falan gibi konularda birazcık daha Kip Thorne dinlenmeliydi muhtemelen. Kip Thorne, Christopher Nolan'ın bu alanlarda bolca artistik özgürlük kullandığını söylüyor. Biraz fazla kullanmış, eline yüzüne bulaşmış.
Ama her ne olursa olsun, filmi tekrar ve özümseyerek izlemek müthiş bir pratik; vakit ayırıp sizin de yapmanızı tavsiye ederim. Belki benim de gözümden kaçan bir şeyleri yakalarsınız. Bu tip bilim-odaklı bilimkurgular umarım önümüzdeki yıllarda katlanarak artacaktır.