Zlotowski’nin sinemasında sıkça gördüğümüz feminist bakış açısı bu filmde de belirgindir. Özel hayat, özellikle kadın karakter üzerinden, bireyin kendine ait olduğu varsayılan alan olmaktan çıkar; aksine toplumun, normların ve beklentilerin sürekli müdahalesine açık kırılgan bir zemine dönüşür. Film, kadının bedeni ve duygularının hâlâ kamusal tartışmaların nesnesi hâline gelmesini doğrudan slogan atmadan, gündelik deneyimler üzerinden görünür kılar.
Anlatı, dramatik zirveler ya da büyük olaylar üzerine kurulmaz; bunun yerine küçük anlar, suskunluklar ve bakışlar üzerinden ilerler. Bu tercih, karakterin içsel yalnızlığını ve yabancılaşmasını daha güçlü hissettirir. Zlotowski, seyirciyi rahatlatmak yerine bilinçli olarak huzursuz eder; çünkü film, mahremiyetin gerçekten var olup olmadığını sorgularken izleyiciyi de kendi “özel alan” algısıyla yüzleştirir.
A Private Life, modern yaşamda özgürlüğün ne kadar gerçek olduğuna dair sessiz ama derin bir soru sorar: Seçimlerimiz bize mi aittir, yoksa biz farkında olmadan şekillendirilmiş bir çerçeve içinde mi hareket ederiz? Zlotowski’nin cevabı kesin değildir; film gücünü de tam olarak bu belirsizlikten alır. Bu yönüyle yapım, yalnızca bir karakter portresi değil, çağdaş bireyin varoluşsal kırılganlığı üzerine düşünsel bir davettir.