Kitap, evrenin sadece tek bir versiyonda değil, Mega-evrenin içinde belki de sonsuz sayıda varyasyonla var olabileceğini öneriyor. Her biri birbirinden farklı, karmaşık ve olasılıklarla dolu bu evrenlerin varlığı, insana adeta akıl almaz bir gerçekliği fısıldıyor. İşte burada Susskind’in manzara kavramı devreye giriyor. Yazar, bu manzarayı, yani olası evrenler yelpazesini, tüm evrensel tasarımların bir haritası gibi kullanıyor. Manzara, Susskind’e göre, bir konum değil; Mega-evrenin içerdiği tüm evren tasarımlarının olasılıklarını ifade ediyor.
Peki, bu evrenler neden var? Bu soruya en azından şimdilik net bir cevap veremeyeceğimizi belirten Susskind, oldukça önemli bir noktaya değiniyor: “Neden hiçlik değil de bir şeyler var?” İşte bu soru, aslında kozmolojinin belki de en zorlu sorularından biri. Büyük Patlama öncesine dair bir yaratılış anının olup olmadığını soranlara, Susskind, şişmenin bir perde gibi bu olası anı bizden gizlediğini hatırlatıyor. Olası bir Tanrı’nın bile kendisini keşfetmemiz için gerekli en küçük bir kanıt bırakmadığı bir evrende yaşıyoruz belki de. Bu durumda Pierre Simon de Laplace’ın şu meşhur sözünü anmadan geçmek olmaz: “Bu hipoteze ihtiyacımız yok.”
Susskind’in kitabı ayrıca akıllı tasarım gibi kuramları eleştirirken, bilimsel yöntemlerin gücünü, açıklıkla ve titizlikle ortaya koyuyor. Ona göre, bilim sadece soruları sormakla kalmıyor; cevapları kısıtlı bir insan perspektifinden çıkıp doğrudan doğanın kendisine dayanan yöntemlerle arıyor.
İnsanı büyüleyen bu “çoklu evrenler” ya da Susskind’in deyimiyle “Mega-evren,” evrendeki yerimizi yeniden tanımlamamızı gerektiriyor. Kozmik Manzara, sadece fiziğin karmaşık yönlerini değil, aynı zamanda felsefi derinlikleri de cesurca ele alarak, okuyucuya evrende kendine has bir yer bulmanın ihtişamını sunuyor.