Joan is Awful ile başlayan sezonun ilk bölümü daha ilk dakikadan bireysel özgürlüğün karanlık bir parodisi ile tanıştırıyor. Mahremiyetin meta haline gelişini izlerken kahkahalar atsanız da bir yandan tüylerinizin diken diken olduğunu hissedebilirsiniz.
Sonra gelen Loch Henry bölümü, ilk bakışta sıradan bir suç belgeseli gibi iskoç kasabasının taş duvarları arasında saklanan korkunç sırları açığa vurmuş. Unutmayın herkesin ödediği bir bedel vardır ama bu bedelin ağırlığı sizi bir süre susturabilir.
Belki de sezonun en melankolik hikayesinde sıra Beyond the Sea bölümü. İki astronot iki dünya ve tek bir hayat. İnsanoğlunun empati kurma becerisini sorgulatırken bize ihanetin soğuk gerçeğini de yüzümüze vurmaktan kaçınmıyor.
Altıncı sezonun belki de en tartışmalı bölümü olabilir, Mazey Day. Paparazilik, medya ve mahremiyetin absürt bir kurt adama dönüşme hikayesi mi? "Bu da neydi şimdi?" dedirttiği kesin. Bu sezonun zayıf halkası mıydı yoksa Black Mirror'ün bilmediğimiz deneyselliğinin bir zaferi miydi? Bu sorunun cevabı sanırım kişisel aldıgımıza bağlı.
Dizinin son bölümü Demon 79 ile hazırsanız 70’lere dönüyoruz. İblisler, kanlı anlaşmalar ve kıyamet. Kara mizah ile distopyanın ilginç bir karışımı diyelim. Ama bu bölüm yalnızca bir Black Mirror bölümü izliyormuşsunuz gibi hissettirmiyor. Diziye ayrı bir ambiyans katmış ve sınırlarını genişletmiş.
Black mirror modern insanın kabusu ve bu kabustan uyanmak istemeyeceksiniz.. Kesinlikle izlenmeli!