Hani olur ya bir şeye bir şey dersiniz ve aslında size o dedirtir ancak bundan rahatsızlık duyacağınıza aksine sizi hoşnut eder, tam olarak adı konmamış kibir misali, tıpkı Nazım vari (Hikmet Ran), kelimelere kaldıracaklarından kat be kat fazla yük yükleyip, tam da kelimeleri “yahu bir kelimeye de bu kadar yük yüklenmez, el insaf” diyerek savunacağınız esnada, şairin değil kelimelerin size “bundan son derece bahtiyarım, ya bu onurlu yükü taşıyacak ya da yitecek şiarım” diyeninden…
Hani olur ya bakarsınız bir tabloya ve aşırı renkleri ilk bakışta sırıtır sırıtmasına fakat o tablo aynı zamanda size “ ya o gözlükleri çıkar at ya da kirli camlarını sil de öyle bak” der…
Hani olur ya henüz diktiğiniz bir meyve fidanına her gün ve her gün bakarak “de haydi, hani meyve” derken size “hele bi dur ve gör ötesini, çektiğim çileyi ve ödediğim bedeli, bu meyveyi yaratıp olgunlaştırana dek bre deyyus” diyerek, hiç ummadığınız anda ve hiç ummadığınız biçimde, alnınızın tam orta yerine bir şamar indirir ve siz bundan derin bir elem duyacağınıza en umulmadık yaraların merhemini devşirirsiniz, şükran duygularıyla…
İşte Fazıl Say’da bende bu duyguları yaratıyor, bütün gıcık kapmalarıma rağmen. DİNLEMEK LAZIM...