"İnsanlar gerçekten de affedebilir mi?"
Charlie bu soruya inanmak istiyor. Ama filmin her saniyesi, kendini affetmeye cesareti olmayan bir adamın çırpınışlarıyla dolu. Darren Aronofsky’nin The Whale’i, sadece bir adamın obeziteyle mücadelesini anlatmıyor; aynı zamanda bir insanın kendine duyduğu derin öfkenin, utancın ve çaresizliğin vücut bulmuş hâli.
Charlie, bir zamanlar sevdiği adamı kaybettikten sonra kendini yemeğe gömmüş, bedeni genişlerken ruhu daralmış bir adam. Dış dünya onu her anlamda küçültmeye çalışıyor: Öğrencileri onu bir ekranın arkasında tanımadan dinliyor, kızı Ellie ona bir zamanlar onu terk eden adamdan başka bir şey olarak bakamıyor, sevdiği adamın kardeşi olan en yakın ve tek arkadaşı Liz onu kurtarmaya çalışırken bile acı çeken birinin öfkesiyle hareket ediyor. Charlie ise sadece "dürüstlüğü" arıyor. Son günlerini yaşarken bile tek isteği, insanların gerçekten ne hissettiğini söylemesi. Çünkü kendi hayatı, sahte umutlar ve bastırılmış acılarla dolu.
Aronofsky’nin kamerası, Charlie’nin devasa bedeni ile daralan odasının içinde sıkışıp kalmış ruhunu gözler önüne seriyor. Ağırlığı, sadece fiziksel değil, geçmişinin yükü de onun omuzlarında. Her adımı zor, her nefes alışında ciğerleri isyan ediyor, ama o hâlâ umut etmek istiyor. Belki de Ellie’yi kazanarak kendini affettirebileceğine inanıyor. Ama Ellie'nin öfkesi, yıllar boyunca birikmiş bir yanılgının ürünü. Babasının kaybolduğu o yılların telafisi yok.
Charlie’nin Tutsaklığı
Film, Charlie'nin kaçışsız bir hapishanede yaşadığı hissini hiç kaybettirmiyor. Dar bir apartman dairesinde, koltuk ve yatak arasında sıkışmış, dış dünyadan izole olmuş bir adam. Telefon ekranına yazdığı yazılar, yemek siparişleri ve Liz'in ziyaretleri dışında dışarıyla tek bağı, online ders verdiği öğrencileri. Ama onları bile kendi dünyasından uzak tutuyor. Charlie'nin kamerasını açmaması, sadece fiziksel görünüşünden duyduğu utancı değil, aynı zamanda kendini insanlarla doğrudan bağ kuramayacak kadar değersiz hissetmesini de simgeliyor. O, kendini görünmez kılmış biri.
Bedene Sıkışmış Bir Ruh
Brendan Fraser, Charlie'ye sadece bir karakter olarak değil, bir yara gibi hayat veriyor. Onun gözlerinde, bir insanın kendini tüketerek yok edişinin derin hüznü var. Her lokmada, her ağır nefeste, her kızıyla yüzleşmeye çalıştığında içinde kaynayan pişmanlığı hissediyoruz. Charlie’nin yemeği bir silah gibi kullanması, hayatını tüketirken teselliyi kendine daha fazla zarar vermekte araması, insan doğasının en karanlık köşelerine işaret ediyor.
The Whale, insanın kendine duyduğu öfkenin, sevgiyi de, bedeni de nasıl tüketebileceğini gösteren acımasız bir film. Charlie, filmin başında olduğu gibi sonunda da hâlâ affedilmeyi bekleyen bir adam. Ama belki de asıl soru şu: Bir insan, kendini gerçekten affedebilir mi?