Tanrı kavramı
Geçmişten günümüze bakacak olursak insan oğlunun varlık amacı üzerine ortaya koyduğu bir kavram olarak çıkar bu nedenle ilk dinler coğrafi ve kültürel farklar sebebiyle çok tanrılıdır.
İlerleyen zamanlarda toplumlar şehirler Krallıklar inşa etmeye başladığı çağlarda İnanışlar da Tanrı kavramı daha çok O kralları tasvir eder, onları Tanrının çocukları veya yeryüzündeki temsilcileri olarak anlatır
Sebebi kendi otoritelerini güçlendirmek ve mutlak itaat kavramını topluma empoze etmek bunun sonucunda ceza ve ödül sistemi olarak geçmişte ilk emir ve yasaklar ortaya çıkar bunu uygulaması sonuçlarında kişilere yer altı dünyası ile cezalandırılma yada gökyüzü(tanrılar diyarı) ödüllendirilme vaat edilir. Bazı dinlerde reankarnasyondan bahsedilir bunda da geçmiş yaşamına göre ikinci hayatının nasıl şekilleneceği anlatılmıştır ceza olarak daha kötü bir hayat ödül olarak daha iyi bir hayat vadedilmiştir.
Tek Tanrılı dinler karşımıza milattan önce 1500 yıl öncesine dayanır bunlar Zerdüştlük ve Yahudilik'tir. İlk cennet cehennem kavramları burada geçer ilk insan yaratımı bazı çok tanrılı dinler ile benzerlik gösterir
Tevrat ta bahsedilen Hz Nuh hikayesi yahudilikten önce sümer mitolojisinde gılgamış destanında anlatılır hikayeyi okuduğunuzda şaşırabilirsiniz çünkü Sümerler tek Tanrı inancına değil çok tanrılı inanca sahiptir.
Senin soruna gelirsek dediğim gibi insanlar dünyadaki yaşamı için bir amaç arayışındadır bu nedenle inanışlar ortaya çıkmış toplumlar kendi kültürlerinde olan inanca bağlanmıştır yani cehennem korkusundan değil
Devamına kendi yazdığım bir şiir bırakayım okumak isterseniz devam edin kaydırmaya
“Fıtratın Gölgesinde”
İnsanoğlu doğduğunda bir kitap taşımaz yanında,
Ne levhalar inmiştir avuçlarına,
Ne de gökten bir ses fısıldar kulağına.
Ama yine de bilir,
Bilir ki bir canlıyı incitmek yanlıştır,
Bilir ki paylaşmak yüceltir,
Bilir ki yalan, içini kemiren sessiz bir yaradır.
Çünkü o doğuştan bir pusuladır insan,
İçine konmuştur bir yön;
Ne kuzey gösterir ne güney,
Doğruya, adalete, merhamete döner sürekli.
Sonra bir ses gelir zamanla:
Adını Tanrı koyar,
İnancın üstüne kıyafetler giydirir,
Ritüeller, dualar, yasaklar ve ödüller…
Ve böylece din başlar:
Tanrı’nın adıyla,
Ama insanın kalbinden doğarak.
Unuturlar çoğu zaman:
Ahlak, dinden önce gelir.
Vicdan, vahiyden önce konuşur.
İyilik, mükafat için değil,
İnsan olduğu için yapılır.
Din, bu fıtratın üzerine inşa edilir,
Bir mimari gibi;
Ama temeli sağlam değilse,
İnanç sadece taş yığınından ibaret kalır.
Cennet...
Ödül mü gerçekten,
Yoksa vicdanını susturup rahatlama arzusu mu?
Cehennem...
Korku mu sadece,
Yoksa insanın kendi elleriyle yarattığı bir iç boşluk mu?
Belki de cennet,
Bir iyiliği karşılık beklemeden yapmaktır.
Ve cehennem,
Doğrunun karşısında susmaktır.
İşte bu yüzden,
Din; insanın içinde yanan bir kıvılcımı tutuşturmalı.
Tanrı; korkudan değil,
Sevgiden aranmalı.
Çünkü ahlak olmadan,
Din bir gölgedir.
Ve fıtrat konuşmadan,
Hiçbir kitap gerçek anlamı taşımaz.