29 Nisan 2025’te, İspanya’da ülke genelini kapsayan büyük bir karartma yaşandı; milyonlarca insan on uc saate varan süreyle elektriksiz kalırken hastaneler, ulaşım ağları ve dijital hizmetler felce uğradı ve en gelişmiş enerji altyapılarının bile ne denli kırılgan olduğu tüm çıplaklığıyla ortaya çıktı. Cyberpunk 2077 evreninde “blackout” olarak adlandırılan büyük elektrik kesintisi ise Night City’nin teknolojik can damarını donduran dramatik bir dönemeç noktasıdır. Modern metropolleri ayakta tutan karmaşık enerji dağıtım ağları, iletişim altyapıları ve siber-implant sistemleri bir anda işlevsiz kalınca, teknolojik özerkliğe bağımlı varlığımızın şaşırtıcı derecede kırılgan olduğu su yüzüne çıkar. Bu kesinti yalnızca ışıkları söndürmek veya veri akışını çökertmekle kalmaz; toplumsal sözleşmeyi, bireysel özerklik illüzyonunu ve kentsel yaşamın temel kabullerini sorgulamaya zorlayan bir varoluşsal kriz tetikler. Elektriğin kesildiği o anlardaysa kent sakinleri, makinelerinin ardındaki görünmez kodlarla, bu kodları dayatan iktidar mekanizmalarıyla ve sistemi sorgulamadan kabul eden bireyin sorumluluğuyla yüzleşmek durumunda kalır.
Her şeyden önce blackout, “risk toplumu” paradoksunu gözler önüne serer. Ulrich Beck’in dediği gibi, modernite riskleri küresel ölçekte yaygınlaştırırken, bu risklerin yalnızca teknik çözümlerle etkisizleştirilebileceği ütopyasını da üretir. Oysa bir kesinti anomisi, bizi teknolojik güvencelerin ötesine taşır ve paradoksal biçimde doğaya, kendi bedenimize ve komşularımızla yüz yüze ilişkilere geri döndürür. Siber-implantlara, kesintisiz veri akışına ve parlak reklam panolarına bel bağlamış kent sakinleri, bir anda soğuk bir lambanın etrafında ısınmaya ve sokak lambalarının sönmesiyle ay ışığında yol bulmaya mahkûm olur. Bu geri dönüş, Martin Heidegger’in “dünya-içi-varlık” (In-der-Welt-sein) ontolojisine bir gönderme taşır: Teknoloji bizi yerimizden alıp dijital aracılığa sürüklemişken, blackout bizi kendi varoluş dünyamıza geri iteler.