İlk bölümde anlatıcı kendi dünyasını, düşüncelerini ve insanlarla olan çatışmasını anlatıyor. "Ben hasta bir adamım, kötü bi radamım" diyerek başlıyor ve aslında sürekli kendi içinde çelişen bir karakter olduğunu gösteriyor. En çok dikkatimi çeken şey, insanın her zaman mantıklı yada çıkarcı davranmadığını, bazen sadece iradesini kanıtlamak için kendisine zarar verebileceğini söylemsi oldu. "İnsan sadece kendi çıkarını düşünseydi, bazen kendisine zarar veren şeyleri bile isterdi." diyor. Bu söz, özgür iradenin aslında ne kadar karmaşık olduğunu gösteriyor.
İkinci bölümde, anlatıcının geçmişinden bazı olaylar anlatılıyor. Eski okul arkadaşlarıyla buluşuyor ama onlardan nefret ediyor, onlardan intikam almak istiyor ama bir yandan da onlarla olmak istiyor. Kendini küçük düşürülmüş gibi hissediyor. Sonra bir genelevde Liza isminden bir kadınla tanışıyor. [Ona uzun uzun hayat dersi veriyor ama aslında kendisi de kaybolmuş biri. En sonunda , Liza'nın kendisini aciz biri olarak gördüğünü fark edince büyük bir yıkım yaşıyor. ve sonunda "Beni yalnız bırakın" diyerek herşeyden kaçıyor]
Bu kitap bana insanın iç dünyasının ne kadar karmaşık olduğunu gösterdi. Kendi içinde çelişen, basen istemediği halde başkalarına zarar veren bir karakter çiziyor.
Kierkegaard'ın varoluşçu düşünceleriyle benzerlik kurdum. Özellikle "insanın özgürlüğü kaygıya neden olur" fikri bu kitapta çok belirgin. Yeraltı adamı özgür ama bu özgürlüğüyle ne yapacağını bilmiyor. "Hiçbirşey yapmamakta bazen en büyük eylemdir" derken tam da bunu anlatıyor bence. Kierkegaard'ın bahsettiği gibi, insanlar bazen kendi varoluşları karşısında çaresiz hissediyor.
Genel olarak kitap bana insanın knedisiyle savaşını anlattı. "Mutluluk akılda mı, yoksa özgür irade de mi?" sorusunu sorduruyor ama net bir cevap vermiyor.