Bu düşünce, Artyom’un zihnine saplanmış bir kıymık gibidir. Haftada birkaç kez, sırtında eski bir çantayla yüzeye çıkar. Harabeler arasında ayakta kalmış yüksekçe bir binanın tepesine tırmanır. Yanında taşıdığı seyyar telsizle etrafa sinyal gönderir, dünyanın bir köşesinden yankı bekler. Ama çoğu zaman yalnız rüzgâr cevap verir. Sessizlik, umudun kulağında çınlayan bir tokat gibidir.
Günün birinde Homer, VDNKh istasyonunu ziyarete gelir. Yüzünde alışıldık dinginliği, gözlerinde ise anlatılmamış bir hikâyenin kıvılcımları vardır. Başka bir istasyonda, Moskova dışında hayatta kalanlardan sinyaller alındığını söyler. Bu söz Artyom’un yüreğine düşen bir kıvılcımı aleve çevirir. Artık duramaz. Umudu, onu harekete geçirir.
Yanına Homer’ı ve yolda katılan birçok insanı alarak 600 sayfayı aşan bir destanın içine dalar. Kurşunlar bedenine saplanır, kırbaç darbeleri etinde izler bırakır. Canı yanar, umudu yara alır ama yürümeye devam eder. Çünkü biliyordur: Bir yerlerde hayat yeniden filizlenmiş olabilir.
Sonunda gerçek perdesini aralar. Kızıl Hat, 4. Reich, Hansa... Tüm bu yapılar, aslında bir yalandan ibarettir. Gerçekte, savaşın patlak verdiği o karanlık günlerde devletin ileri gelenleri Ural Dağları’na kaçmamış, Moskova metrosuna inip gizlenmiştir. Tüm bu örgütleri, metrodaki halkı kontrol altında tutmak için uydurmuşlardır. Ayrıca radyo sinyallerini bastırmak, dış dünyadan gelen umudu susturmak için özel bir kule kullanmışlardır.
Dışarıda savaş hâlâ sürmektedir. Amerika ve Batı ayaktadır. Rusya’nın şehirleri, Moskova gibi enkaz yığınları altında can çekişmektedir. Yirmi yılı aşkın süredir solucanlar gibi karanlıkta yaşayan metro halkı, sandıkları gibi dünyanın son umudu değildir.
Artyom, artık bir gerçeği elinde tutmaktadır. Tünellerdeki insanlara, istasyon komünlerine çağrıda bulunur. “Yeryüzüne çıkın,” der. “Hayat yeniden başlayabilir.” Ama çoğu kişi kulaklarını tıkar. Kimisi inanmaz, kimisi ise korkunun pençesinden kurtulamaz. Değişim her zaman bedel ister.
Artyom kararını verir. Anya’yı yanına alır. Bir zamanlar bir başkası tarafından tamir edilmiş, gri renkli bir Japon station wagon’un bagajını yiyecek, su, gaz maskesi filtreleri ve bidonlar dolusu mazotla doldurur. Gözlerinde kararlı bir bakışla, aracı doğuya doğru sürmeye başlar. Önlerinde uzanan boş otoban, bilinmeyene açılan bir yolculuğun sessiz habercisidir.