Paylaşım Yap
Tüm Reklamları Kapat
Tüm Reklamları Kapat

Felsefe Bizi Gerçeğe Götürebilir mi?

Bilimden Soyutlanmış Felsefeye Yönelik Bir Eleştiri...

Felsefe Bizi Gerçeğe Götürebilir mi?
16 dakika
16,708
Tüm Reklamları Kapat

Görünen o ki, bilim ve felsefe arasındaki ilişki ya da yapılması gerekli olan zorunlu ayrım, günümüzde hala tartışılmaya açık bir konu. Birçok iyi niyetli insan günümüzün aydın dünya anlayışına rağmen, “ön-dayanaksız” bilgi sağlayan felsefe ve din gibi diğer birçok spekülatif ve metafiziksel sistemlere karşı her zamankinden daha çok bağlılık göstermekte. Bunun sonucu olarak, bilim ve felsefe arasındaki inanılmaz boyutlara varan fikir ayrılığı, bilim insanlarının egemen tüm çabalarına rağmen belirsizliğini hala koruyor. Ve genel eğilime göre bilimi, tıpkı dinde olduğu gibi felsefenin karşısında bir rakip olarak çıkartmak, toplumun gözünde bilimi şüpheli hale getiriyor.

Felsefe, bir bilim değildir. Çünkü felsefe kendi başınadır. Ateşli birçok felsefe savunucusu, yalnızca felsefenin bizi doğruya veya hakikate ulaştıracak bir düşünce biçimi olduğundan eminmiş gibi davranarak, bilimin gözünde kendini küçük düşürmektedir. Doğal olarak felsefenin, “bilimsi” olma iddiası devam ettiği sürece; ya dinileşerek ya da siyasileşerek felsefe olmaktan çıkmaya devam etmektedir. Bir noktada felsefenin ortaya çıkışı ve tüm tarihsel gelişimi göz önünde bulundurulduğunda, bilimin temelini oluşturduğu gerçeği şüphe götürmezdir, bu inkâr edilemez. Örneğin, eskiden fiziğe “doğa felsefesi” deniliyordu veya felsefe, “bilimlerin anası” olarak kabul ediliyordu vb.

Tüm Reklamları Kapat

Felsefenin gelişimiyle birlikte evrene ve dünyaya dair olan tüm eski, basmakalıp ve dogmatik düşünceler yerini şüpheye bırakarak, akla duyulan güven sayesinde yoğun, beşeri bir sorgulama dönemi başlamış oldu. Pre-sokratik filozoflar da evreni somut bir biçimde anlamaya çalıştılar. Her ne kadar ellerinde bilimsel bir metot bulunmasa da, evrenin kökenine dair yaptıkları yoğun ve derin sorgulamalar, bugünkü bilime ön-ayaklık etmiştir. Elbette o dönem filozoflarının evrene dair olan tüm açıklamaları, tamamen varsayımdan ibaretti. Fikirleri, gözlem ve deneye asla dayanmasa da, yaşadıkları zamanın koşul ve şartları düşünüldüğünde ortaya attıkları temel varsayımlar, o zamanın tüm dinsel ve diğer birçok türdeki “mitik” temelli inanışlarını kökten sarsmıştır.

Yeterli bir sağduyuya sahip herkes, ilk çağlarda bilim ve felsefe ayrımını görmenin olanaklı olmadığını söyleyecektir. Bu bir gerçektir. Ve dahası, felsefenin bilgi düzeyimizde yarattığı büyük sıçramalar, tutumlarımızda ve akıl yürütmelerimizde meydana getirdiği değişimler; bizi dar düşünce duvarları arasından kurtararak, anlayışımızda yepyeni ufuklar açmıştır. Her şeye rağmen tüm bu düzlemdeki gelişimler göz ardı edilemeyecek olsa bile, günümüz modern bilimiyle birlikte yeni bir anlayışa ulaşıyoruz; evrene yönelik fikirlerimizi değiştirdik ve evrenin önceden düşündüğümüz her şeyden daha olağanüstü olduğunu, yalnızca felsefi bakış açısıyla tasvir edildiği gibi olmadığını öğrendik. Fikirlerimizi değiştirmek, hatta hatalı olmak; karşı konulmaz bir merakı da bize sağladı. Dolayısıyla şu an sahip olduğumuz yeni ve üstün derin kavrayışımızın bugün ne denli önemli olduğu konusu, herkesin derhâl kabul edebileceği bir gerçektir.

Tüm Reklamları Kapat

21. yüzyılda toplumun ihtiyaçlarının ve modern hayat tarzının, bilim temelli düşünce ve ürünleri tarafından giderildiği açık bir şekilde ortadadır. Yaşamaya değer olan şeyler nelerdir? Peki ya ölmeye değer olan şeyler? İyi bir yaşam için neler gerekir? Bunlar gibi hayati soruların dahi felsefenin himayesinde olduğuna inanmak için de ortada hiçbir iyi neden kalmamış durumdadır. Geleneksel felsefecilerin, ılımlı dindarların ve aslında daha çok köktendincilerin, demir çağından kalma bir felsefeyi seyreltmekten başka bir şey yapmadıkları apaçık bir gerçek gibi görünüyor.

Felsefenin, her şeyi cevaplayacağı ve çözeceği yanılgısından daha fazla tepki göstermemiz gereken başka bir şey varsa eğer, o da; kişilerin kendi taleplerine göre inançlarını ve düşüncelerini temellendirmek istemeleridir. Birçok felsefecinin olduğu gibi, birçok dindar insanın da tercih edebileceği ve aynı zamanda köklü bir arzu içerisinde bağlanabileceği hayal âlemi, felsefenin spekülasyonlarının dizginliğinde daha da perçinlenmektedir. Böylece hayalin değeri, gerçeğe göre haksız yere abartılarak, bir olasılık neredeyse gerçek bir olayla eşit sayılmaktadır. Felsefe de dinde olduğu gibi, hayalin değerini gerçeğe göre abartmaktadır. Bu sebeple deneyimimizin ötesindeki bir gerçekliği savunmanın, anlayışla karşılanabilecek bir şey olduğunu söylemiyorum; bunun bir tür deliliğe veya Berkeleyciliğe işaret ettiğini söylüyorum. 

Bugünkü düşünsel çöküşümüzün dehşet verici boyutları düşünülürse eğer, insanlığın refahına ilişkin tüm bilimsel gerçekler görmezden gelinmeye devam edilmektedir. Ortada hiç bir iyi sebep yokken, bilim alanına mutlak anlamda felsefeyi dâhil ederek, bir anlamda bilim istismarlığının ya da bilim düşmanlığının yapılmasına yataklık ediyoruz. Her şeyi felsefileştirme fikri şaşılası bir biçimde, çok iyi bilim ve felsefe eğitimi alan sofistike kişiler tarafından da savunulmaya devam ediyor ve bu görüşün ne kadar kötü bir fikir olduğu gerçeğinden bihaber yaşamaya devam ediyoruz.

Evrim Ağacı'ndan Mesaj

Sanırım burada kullanacağımız dil çok önemli. Çünkü felsefe alanında ve ahlaki konularda dilin yüzeysel yapısının bizi oldukça yanıltarak, yanılgılara düşürdüğü açıktır. Felsefenin birincil ilgi alanı dilin işleyişinin anlaşılması, hata ve yanılsamalardan kendimizi koruyacak biçimde kullanımının sınırlandırılmasıdır. Neyin var olduğu ya da olmadığı, neyi bilip neyi bilemeyeceğimiz gibi sorulardan önce, neyi ne ölçüde ifade edebileceğimiz sorusu felsefenin asli konusu haline gelmiştir. Kısacası bu odak noktasındaki kayma, bilinen bir tanımlanmaya; "dilsel felsefeye sapış"a karşılık gelmektedir. Bu durumda, Teo Grünberg'in dediğine kulak verilebilir:

Felsefe diğer bilgi türlerini güvenilmez bilgi haline getirebilmektedir. Dolayısıyla felsefe dışı bilgiler felsefe tarafından sorgulanmadan güvenilir bilgi haline gelmektedirler.

Daha da ilginci, felsefenin ortaya koyduğu bilgilerin hiçbiri filozoflar tarafından genel olarak benimsenmezken, doğru bilgi sağlamak amacında olması gülünç gözükmektedir.

Felsefe sürprizlerle doludur. Bu nedenle neyin doğru, neyin yanlış olduğu konusu, felsefi bir zeminde irdelendiğinde içinden çıkılmaz bir hal almaktadır ve bu kaçınılmazdır. Herhangi konuda, herhangi bir şeye dair bir argüman iddiasında bulunulması, felsefi bir bakış açısı içerisinde herhangi bir şeye karşılık gelebilmektedir. Bu da aslında gerçekte neyden bahsedildiğini bilmemek demektir.

Felsefe hep aynı kalan, değişmeyen ve tümel olanın bilgisidir. Felsefe bizi tüm zamanlar için aynı şeyin olmuş olduğu, olmakta olduğu ve olacağı öngörüsüne ulaştırmaya çalışır. Bu sebeple felsefe kendisini, kendi elleriyle düşürmüş olduğu kısır bir döngü içerisinde hapsetmiş durumdadır. Kim ne derse desin, felsefenin genel geçer bilgilere ulaşma çabası, evrensellik iddiası, hakikatin kökende olduğu düşüncesiyle kökendeki ilke ya da ilkeleri keşfetme çabası gibi temel nitelikleri, onu, İslam'ın Tanrı tarafından bildirildiğine inanılan bilgi anlayışına yaklaştırmaya devam etmektedir. Oysa felsefenin bizi en doğru hakikate ya da mutlak bir gerçeğe ulaştırabileceği yönünde elimizde iyi kanıtlar bulunmuyor.

Felsefe ile ilgili başka bir problem ise, bilim ile girdiği fikir savaşının galibini kendisi gibi göstermesidir. Çünkü genel olarak bilim ile ilgili düşünülen şey, onun yalnızca dünyanın nasıl göründüğüne ilişkin açıklamalar yapabileceğinden ibaret olduğudur. Bilimin, yalnızca yaşadığımız dünyayı tasvir etme işini yaptığına inanıyor olmak, bilim etkinliğinin gerçekte ne olduğu konusundaki korkunç bilgisizliğimize dayanır. Gerçek şu ki, bilim değer biçme işinde de her zaman görev almıştır.

Tüm Reklamları Kapat

Fakat buna ek olarak diğer bir problem de, gündelik alışkanlıklarına ve sorgulanamaz inançlarına körü körüne bağlı, yıkılmaz tabuları olan insanlarla girdiğimiz önemli tartışmalarda doğar. Bilimin tüm konularda kapsamlı bir çözüm yöntemi olabileceğini söylemek sizin genelde katı, soğuk ve acımasız bir indirgemeci olarak eleştirilmenize neden olur. Bu kesinlikle iç karartıcı bir durumdur. Fakat bilimin başarısı tam da buradadır, çünkü Neil deGrasse Tyson'ın da dediği gibi:

Bilimin iyi tarafı, ona inansanız da inanmasanız da gerçek olmasıdır.

İnsan yaşamındaki aşk, korku, ıstırap gibi diğer birçok duygu veya çocuk yetiştirmek gibi olağan konuların bilimin sınırları içerisinde tanımlanması, felsefecileri ve birçok sıradan insanı çileden çıkartarak, oradan oraya koşturmasına sebep olabiliyor. Modern bilim, daha önceleri çok soyut gibi görünen süreçleri, fiziksel olarak açıklamaya çalışıyor. Örneğin, "duygu" dediğimiz şey beyindeki moleküllerin belirli dizilişinden ve bir takım kimyasal etkileşimlerden oluşan tamamen fiziksel bir süreç olabilir. Fakat bu duygunun değer kaybetmesi demek değildir. Aksine bilincinde olduğumuz ve detaylı verilerine sahip olduğumuz şeylerin daha akıllıca temsil edilebilmesi anlamına gelir.

Bilimin, sürekli olarak indirgemeci yönüne işaret eden bu gibi kişiler, bu olguların asla bilimsel olarak açıklanamayacağı fikrine saplantılı derecede takılı kalmış durumdadırlar. Bu önemli olguların bilim tarafından basite indirgenmesi hiçbir insanı ürpertmemelidir. Olguların açıklanması, bu olguların sahip olduğu değerlerin içeriğini asla boşaltmaz. Tam aksine, içini doldurur. Kendilerinden kaçmamız gereken böyle gerçekler olmamalı; bu gerçeklerle yüzleşmeliyiz. Gerçekler daima bizden, öznel değer yargılarımızdan bağımsız olarak var olmaya devam edeceklerdir.

Tabii ki buna karşılık olarak, bizden bağımsız bir gerçekliğin bulunduğu varsayımının nasıl temellendirilebileceği ayrı bir tartışma konusudur. Fakat düşüncelerimizin nesnel bir karara bağlanmasında en harika zaferleri bilim yöntemi ile kazanabileceğimizi söylüyorum. Yaşam dünyamız, bizim birinci tekil şahıs olarak deneyimlediğimiz şeylerin dünyasıdır. Bilim ise nesneleri üçüncü tekil şahıs yani, “onun” perspektifinden açıklamaya çalışır. Bu sırada nesneler elbette öznellikle ilişkilerinden koparlar. Öznel değer yargılarından arınırlar ve durağan yapılar olarak düşünülürler. Ve eğer burada bir entelektüel dürüstlük söz konusu olacaksa, dünyayı anlamanın değerine başvurmak zorundayız. Mantıksal tutarlılığın değerine, kanıtların değerine başvurmak zorundayız.

Tüm Reklamları Kapat

Bir başka ve çok önemli bir konu, bilim ve insani değerler arasında yapılmaya çalışılan zorunlu ayrımla ilgilidir. Çünkü genelde dünyada iki kategori olduğu düşünülür: Bir yanda “olgular” (gerçekler), diğer yanda da “değerler”. Bunların monistik terimlerle anlaşılması mümkün olmayan soyut kavramlar olduğu düşünülür. Ve bilimin, değerler hakkında bir şey söyleyemeyeceği düşünülür. Ya da bilimin, insan hayatındaki en önemli sorulara (çocuklarımızı nasıl yetiştirebiliriz ya da iyi bir hayatı belirleyen nedir vb.) cevap veremeyeceği söylenir.

Bilim, prensip olarak bu konulara dokunmaz. Bir şeye değer verdiğimize karar verdikten sonra bilimin onu elde etmede faydalı bir araç olduğuna elbette herkes katılır. Ama neye değer vermemiz gerektiğini söyleyemeyeceğine inanılır. Dolayısıyla bilimsel bir bakış açısıyla evrene bakıldığında, sadece birbirini takip eden bir olaylar dizisi, yalnızca sonuçlardan meydana gelmiş bir ardışıklık gördüğümüz sanılır. Ve evrenin hiçbir yerinde, belli durumlar iyi veya kötü, ya da doğru veya yanlış şeklinde tanımlanmamıştır. Bu yargıları biz yaratırız. Bunu yaparak, sanki özünde değeri olmayan bir gerçekliğe ilişkin kendi tercihlerimizi bildirmiş gibi oluruz. Peki, tercihlerimiz nereden gelir? Doğru-yanlış, iyi-kötü gibi yargılar nereden gelir? Sam Harris şöyle yanıtlıyor:

Bunların, maymunsu dürtülerin ve evrim sürecinde kazandığımız toplumsal duyguların ürünü oldukları açıktır. Sonra da kültür olgusu ile şekillenirler.

Her nasılsa, bu düşüncelere şiddetle karşı çıkan savunucular arasında ismine “kıta felsefesi” diyebileceğimiz bir felsefe ekolü içinde sayılan, post-modern felsefeciler bulunmaktadır. Bu savunuculara göre, gerçek daima belirsiz ve bulanıktır ve öyle de kalmalıdır. Bu tür endişeler besleyen kıta felsefecileri ve diğer ahlaki şüpheciler her zaman, “olması gereken” ile “olan”ı belirgin şekilde birbirinden ayrı tutan, David Hume’dan alıntı yapar. Buna göre, olana bakarak olması gereken hakkında fikir yürütemezsiniz. Kızına, kendi ahlaki yargısına göre tecavüz etmekte sorun görmeyen bir baba için söyleyecek bir şeyimizin olmaması gibi... Buna dayanarak, bilimin bize sadece dünyanın nasıl olduğuna dair tanımsal bir açıklama sunabileceğini ve o açıklamadan yola çıkarak dünyanın nasıl olması gerektiğine ilişkin bir çıkarım yapamayacağını savunurlar. Çünkü Hume, doğada değerlerin bulunmadığını söylemektedir. Hume'un düşüncesine göre eğer bizde duygular olmasaydı dünyanın çıplak olgulardan ibaret bir dünya olacağını düşünecektik, çünkü ona göre doğada değer yoktur. 

Ancak bunun, açıkça bir dil oyunu olduğu ortadadır ve özellikle Sam Harris gibi düşünürlerin de iddia ettiği şekliyle olması gerekene ilişkin böyle bir bakış açısı, dilin cazibesinin yol açtığı zihin karışıklığının önlenmesinde felsefenin oynadığı role işaret eden Wittgenstein’ın görüşleriyle uyumludur. Yine aynı şekilde, "Berkeleyci somut, ne kadar somuttur?" diye sorabiliriz.

Tüm Reklamları Kapat

Agora Bilim Pazarı
  • Dış Sitelerde Paylaş

Felsefi olarak maddenin gerçekliğinden de şüphe duyabiliriz. Fakat bu da yalnızca bir dil oyunundan ibarettir. Diğer taraftan yine Hume ayrımına takılı kalan, Kuhn gibi çeşitli bilim felsefecilerinin de savunduğu paradigma kayması gibi fikirler, bizi “olan” içerisine hapsetmekten başka bir işe yaramamakta ve bilimsel ilerlemenin önündeki bir engel olarak durmaktadır. A. Sokal’ın da belirttiği gibi:

Günümüzde en sevilen kavram, paradigma. Herkesin 'kendi paradigması' var. Oysa gerçek bilim yapmak zor. Eğer her şey bir yorum ve kanaat meselesiyse, zamanımızı neden ciddi biçimde fizik, biyoloji ve istatistik öğrenmeye harcayalım ki?

Diğer bir taraftan, geleneksel felsefenin sahte başarılarının önüne geçmeyi ilke edinmiş olan Mantıksal Pozitivistlerin ve Neo-pozitivistlerin, Kıta felsefecilerine olan keskin karşıtlığı, kıtacılar tarafından savunulan ve yüceltilen sezgi, bilinemezlik, muğlâklık, belirsizlik, varlık gibi unsurlara dayanır. Gerçekten de analitik düşüncenin muğlâklığa karşı olan derin savaşı, felsefeyi yeni bir düzleme taşımıştır. Bu konuda Descartes’in alıntısını aynen aktarmakta fayda var:

Biliyordum ki... felsefe insana her konuda inandırıcı bir biçimde konuşma ve kendini cahiller nezdinde itibarlı kılma imkânı verir.

Filozof, kendini genelin uzmanı olarak görür. Fakat filozof, kendini ilgilendiren meselelerle uğraşmaktan, muhtelif bilimsel disiplinlerden de uzaklaşmıştır. Felsefenin bu ekümenik çabalarına bağlı olarak bilimlerle felsefe arasına ciddi bir yabancılık girmiştir.

Bilim insanı ve filozofun birbirlerini anlamadığını, birinin meselesini diğerinin göremediğini sıkça gözlemliyoruz. Reichenbach gibi radikal pozitivistler, bu gibi durumlarda suçun daima bilim adamında olduğunu değil, aksine çok defa filozofun kendisinde olduğunu vurgulamışlardır. Bu doğrudur, çünkü soyut meselelerle uğraşmak yüzünden filozof, çoğu defa ayağının altındaki sağlam zemini kaybetmiştir.

Genellikle herhangi bir varlık alanı veya varoluşu bulunmadığı halde, kendisine zorlama bir varlık alanı açmaya çalışan felsefecinin bunu yapma nedeni, kendi boş inancının bir sonucudur. Felsefeciler daima kendi spekülatif iddialarını geçerli kılmak pahasına, özel bir “deneysel olmayan dünya”dan yardım istemektedirler. Bu özel dünya, bilimin ölçümleyemediği, hayali bir dünyadan başkası değildir. Çünkü bilimsel yasaların söz sahibi olmadığı böyle bir dünya, tıpkı Matrix’te yaşadığını düşünenlerin inanma eğiliminde olacağı sınırsız ve yanlışlanamaz önermelere dayanır (“Ad hoc” varsayımlar gibi). Buna karşın bilim ise, tamamıyla yanlışlanabilir önermelerle ilgilendiğinden, tüm bunlara son verir.

Bilimde belirli bir temsil edilebilirlik yoktur: Kurbanlık hayvanlar gibi, Tanrı'ya da kesinlikle yer yoktur. Temsil edilebilirlik evrensel bir işlevselliğe dönüşür. Atom temsili olarak değil, maddenin numunesi olarak parçalanır ve tavşan temsili olarak değil, görmezden gelinen salt bir örnek olarak laboratuvarın çileli yollarından geçer. İşte bilimin başarısı da tam olarak buradadır. Çünkü bilim, kendimize ve dünyaya dair tüm akla yatkın bilgi iddialarını içerir. Örneğin Tevrat’ta belirtilenin aksine suyun, ışıktan önce var olamayacağına ilişkin elimizde gerçekten çok iyi bilimsel kanıtlar var, ya da suyun H2O bilgisinin kesinliğinde olduğu gibi. 

Ancak felsefeciler genellikle, ontolojik soruların epistemolojik sorularla karıştırılmaması için uyarıda bulunurlar. Neyin var olduğu bir şey, onun hakkında bilebildiklerimiz ise başka bir şeydir, derler. Felsefenin ve felsefecilerin fikirlerini güvenli rehberler olarak görmeye özen göstermemiz, "varlığın" ve "var olanın" bilimsel olarak ele alınabilmesi ile mümkün olabilir. Sonuç olarak, bilimin gerçek amacı ve görevi, Francis Bacon'ın sözleriyle:

(...) akla uygun, eğlendirici, saygı değer ya da etkili söylevler veya birtakım kolay anlaşılır uslamlamalar (Argüman) değil; icra etmek, çalışmak ve yaşamı daha donanımlı ve kolay hale getirecek önceden bilinmeyen ayrıntıları keşfetmektir.

Ancak bu noktada, bilimle ilgili en öne çıkan ve tartışılan sorulardan biri, bilimin insanın refahını ve mutluluğunu gerçekten de arttırıp arttırmadığı sorunudur. Mutluluk ve refah kavramlarına yüklenen anlam kişiden kişiye farklılıklar ve beklentiler üzerinden sorgulanmasından dolayı bu soruyu cevaplamak güç olabilir. Fakat diğer yandan bilim aracılığıyla elde edilen veriler sağlık, güvenlik, teknik, beslenme gibi hemen her konuda insanlığın yaşama kalitesini arttırmıştır. Bilimin ortaya çıkardığı bilimsel bilgi, teknolojiye kaynaklık ederek, bu sayede insanlığa pratik yarar sağlamaya devam etmektedir. Oysa felsefede ölçme yapılamadığı ve ölçülenler arasında eşdeğerlik kurulamadığı için ona dayanılarak bir teknoloji kurulamaz. Görülüyor ki felsefenin görevi, insana pratik bir yarar sağlamak değil, ele alınan konunun özünü, kavramların anlamını bulmaya çalışmaktır.

O halde buraya kadar, bilim ve felsefe ayrımını belirli bir ölçüde ortaya koymuş oluyoruz. Kafamızda belirmeye başlayan resim artık daha net ve berrak. Bilim, deneysel (İng: "empirical") olması farkıyla felsefenin, kavramsal (İng: "conceptual") yapısından ayrılmaktadır. Bilim, deneysel doğrularla ilgilenirken felsefe, kavramsal doğrularla ilgilenir. Buna bağlı olarak felsefeyi “değerler” olarak, bilimi ise “olgular” olarak tanımlamamız, bu noktada oldukça doğru ve rasyonel bir vurgu yaratıyormuş gibi görülebilir. Fakat olguları değerlerden ayrı tutmanın savunulacak bir tarafı olmadığı gibi, olgular ve değerler arasındaki bu ayrım da yalnızca bir yanılsamadan ibarettir.

Her şeye rağmen tüm bu ayrımlar, felsefenin bilimden kesin olarak ayrışması gerektiğini kanıtlamaz. Eğer felsefe ile ilgili sınırlar bizim yaptığımız şekliyle çizildiği takdirde, belli bir ölçüde bilim ile iç içe olduğunu kabul etmemek için bir sebep yoktur. Savunulması gereken şey, elbette her bilim dalının içine biraz felsefe işlendiğidir. Örneğin bir soru işlevsel kılınamadığında, yapabileceğimiz bir deney olmadığında ve veriye nasıl ulaşacağımızı bilemediğimizde felsefi dili kullanmaya başlarız. Ve böyle düşünüldüğünde felsefenin, bilimin dilini tanımladığını, bilimin mantığı haline geldiğini görürüz. Ancak bir şey deneysel olarak çözümlenebilir hale geldiği anda, bu bilimler, felsefeden ayrılır.

Tüm Reklamları Kapat

Felsefenin yapabileceği önemli bir şey, dilin kullanımına ilişkin muğlâklıkları gidermektir. Ve felsefenin bir başka yapabileceği bir şey de, belli bir önermenin doğruluğunu ya da yanlışlığını, ancak deney ve gözlemin gösterebileceğini söylemektir. Çünkü kanıtların söz konusu olabileceği her şey, tümüyle deneysel bir sorundur. Dolayısıyla bu iş yalnızca bilime aittir.

Sonuç olarak, kabul edebileceğimiz tek felsefe görüşünün, deneyciliğin bir biçimi olarak betimlenmesi akla yatkın olacaktır. Filozof, filozof olarak, bir bilimsel kuramın değerini saptayacak bir durumda değildir. Buna ilişkin yapabileceği iş, bilimsel bir kurama ya da bulguya ilişkin kavramları ve sembolleri tanımlayarak, bunların mantıksal açıklığa kavuşturulması işidir. Felsefecilerin fantastik düşünce deneylerini bir kenara bırakırsak eğer, felsefecinin kendisinin gerçekten insan bilgisine ya da daha genel anlamda, dünyanın gelişmesine önemli bir katkıda bulunmasının yegâne yolu, kendisinin de bir bilim adamı olması gerektiğidir.

Bu son aşamada demek oluyor ki, felsefe de bilimleşmelidir. Böylece felsefe, “bilimsi” olma ihtirasından da kurtulup, kendi düşünce paradigmaları içerisinde yeni kavramlar yaratarak, bilimsel yöntemin izcisi olabilir ve kendisine bilimler sınıfında belli bir yer edinmeyi de deneyebilir. Aynı şekilde, düşüncelerimizde gerekli olan diğer tüm dönüşümler de; kendi yetişkinliğimizi, evreni ve dünyayı bilimsel kavrayışımızla gerçekleşecektir.

Bu Makaleyi Alıntıla
Okundu Olarak İşaretle
27
0
  • Paylaş
  • Alıntıla
  • Alıntıları Göster
Paylaş
Sonra Oku
Notlarım
Yazdır / PDF Olarak Kaydet
Bize Ulaş
Yukarı Zıpla

İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!

Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.

İçerikle İlgili Sorular
Soru & Cevap Platformuna Git
Bu İçerik Size Ne Hissettirdi?
  • Muhteşem! 5
  • Tebrikler! 5
  • Grrr... *@$# 4
  • Mmm... Çok sapyoseksüel! 1
  • Merak Uyandırıcı! 1
  • Üzücü! 1
  • Bilim Budur! 0
  • Güldürdü 0
  • İnanılmaz 0
  • Umut Verici! 0
  • İğrenç! 0
  • Korkutucu! 0
Tüm Reklamları Kapat

Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?

Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:

kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci

Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 29/03/2024 15:18:09 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/4363

İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.

Tüm Reklamları Kapat
Keşfet
Akış
İçerikler
Gündem
Alan
Astrobiyoloji
Alkol
Yaşanabilir Gezegen
Çekirdek
Tohum
Botanik
Nöron
Makina
Karanlık
Uydu
Aminoasit
Geometri
Sayı
Mantık Hatası
Beyin
Bilişsel
Hominid
Evren
Süt
Araştırma
Filogenetik
Homo Sapiens
İspat
Güneş
Aklımdan Geçen
Komünite Seç
Aklımdan Geçen
Fark Ettim ki...
Bugün Öğrendim ki...
İşe Yarar İpucu
Bilim Haberleri
Hikaye Fikri
Video Konu Önerisi
Başlık
Gündem
Kafana takılan neler var?
Bağlantı
Kurallar
Komünite Kuralları
Bu komünite, aklınızdan geçen düşünceleri Evrim Ağacı ailesiyle paylaşabilmeniz içindir. Yapacağınız paylaşımlar Evrim Ağacı'nın kurallarına tabidir. Ayrıca bu komünitenin ek kurallarına da uymanız gerekmektedir.
1
Bilim kimliğinizi önceleyin.
Evrim Ağacı bir bilim platformudur. Dolayısıyla aklınızdan geçen her şeyden ziyade, bilim veya yaşamla ilgili olabilecek düşüncelerinizle ilgileniyoruz.
2
Propaganda ve baskı amaçlı kullanmayın.
Herkesin aklından her şey geçebilir; fakat bu platformun amacı, insanların belli ideolojiler için propaganda yapmaları veya başkaları üzerinde baskı kurma amacıyla geliştirilmemiştir. Paylaştığınız fikirlerin değer kattığından emin olun.
3
Gerilim yaratmayın.
Gerilim, tersleme, tahrik, taciz, alay, dedikodu, trollük, vurdumduymazlık, duyarsızlık, ırkçılık, bağnazlık, nefret söylemi, azınlıklara saldırı, fanatizm, holiganlık, sloganlar yasaktır.
4
Değer katın; hassas konulardan ve öznel yoruma açık alanlardan uzak durun.
Bu komünitenin amacı okurlara hayatla ilgili keyifli farkındalıklar yaşatabilmektir. Din, politika, spor, aktüel konular gibi anlık tepkilere neden olabilecek konulardaki tespitlerden kaçının. Ayrıca aklınızdan geçenlerin Türkiye’deki bilim komünitesine değer katması beklenmektedir.
5
Cevap hakkı doğurmayın.
Bu platformda cevap veya yorum sistemi bulunmamaktadır. Dolayısıyla aklınızdan geçenlerin, tespit edilebilir kişilere cevap hakkı doğurmadığından emin olun.
Ekle
Soru Sor
Sosyal
Yeniler
Daha Fazla İçerik Göster
Popüler Yazılar
30 gün
90 gün
1 yıl
Evrim Ağacı'na Destek Ol

Evrim Ağacı'nın %100 okur destekli bir bilim platformu olduğunu biliyor muydunuz? Evrim Ağacı'nın maddi destekçileri arasına katılarak Türkiye'de bilimin yayılmasına güç katın.

Evrim Ağacı'nı Takip Et!
Yazı Geçmişi
Okuma Geçmişi
Notlarım
İlerleme Durumunu Güncelle
Okudum
Sonra Oku
Not Ekle
Kaldığım Yeri İşaretle
Göz Attım

Evrim Ağacı tarafından otomatik olarak takip edilen işlemleri istediğin zaman durdurabilirsin.
[Site ayalarına git...]

Filtrele
Listele
Bu yazıdaki hareketlerin
Devamını Göster
Filtrele
Listele
Tüm Okuma Geçmişin
Devamını Göster
0/10000
Bu Makaleyi Alıntıla
Evrim Ağacı Formatı
APA7
MLA9
Chicago
İ. Ç. Aşık, et al. Felsefe Bizi Gerçeğe Götürebilir mi?. (11 Mayıs 2016). Alındığı Tarih: 29 Mart 2024. Alındığı Yer: https://evrimagaci.org/s/4363
Aşık, İ. Ç., Bakırcı, Ç. M. (2016, May 11). Felsefe Bizi Gerçeğe Götürebilir mi?. Evrim Ağacı. Retrieved March 29, 2024. from https://evrimagaci.org/s/4363
İ. Ç. Aşık, et al. “Felsefe Bizi Gerçeğe Götürebilir mi?.” Edited by Çağrı Mert Bakırcı. Evrim Ağacı, 11 May. 2016, https://evrimagaci.org/s/4363.
Aşık, İlker Çağatay. Bakırcı, Çağrı Mert. “Felsefe Bizi Gerçeğe Götürebilir mi?.” Edited by Çağrı Mert Bakırcı. Evrim Ağacı, May 11, 2016. https://evrimagaci.org/s/4363.
ve seni takip ediyor

Göster

Şifrenizi mi unuttunuz? Lütfen e-posta adresinizi giriniz. E-posta adresinize şifrenizi sıfırlamak için bir bağlantı gönderilecektir.

Geri dön

Eğer aktivasyon kodunu almadıysanız lütfen e-posta adresinizi giriniz. Üyeliğinizi aktive etmek için e-posta adresinize bir bağlantı gönderilecektir.

Geri dön

Close