Günümüzde Coğrafya Niçin Vardır? Coğrafyacı Ne işe Yarar?
Coğrafya Biliminin Özüne İlişkin Eleştirel Bir Değerlendirme

Yazar Görüşü Nedir?
Bu bir yazar görüşü makalesidir. Makalelerimizin geri kalanı aksine, bu içerikte yazar kendi görüşlerine yer vermektedir. Bu görüşlerin yayınlanması, Evrim Ağacı yöneticileri ve editörleri tarafından desteklendiği veya kabul edildiği anlamına gelmemektedir. Bu makaleler genellikle şeffaflık ve/veya tarafsızlık ilkelerini pekiştirmek amacıyla yayınlanmaktadır. Bu konuda daha fazla bilgiyi buradan alabilirsiniz. Bu içerik, diğer tüm içeriklerimiz gibi, İçerik Kullanım İzinleri'ne tabidir.


Sosyal bilimler kendi içerisinde birbirleriyle ilişkilidir. Hiçbir sosyal bilim dalı kendi başına otonom olamamıştır. Çünkü bilim dalları arasındaki ilişki, interdisiplinerliğin de ötesinde birbirlerine parazitik bir şekilde bağlı olmuştur. 19. yüzyılda coğrafyanın, daha genel olarak sosyal bilimlerin kurumsallaşması, bilim dalları arasına sınırlar koymuştur. Ancak konulan bu yapay sınırlar sadece görünürde kalmış ve bilim dalları sürekli ilişkiselliğini korumuştur.
Günümüzde ise sosyal bilimlerde var olan ilişkisellik daha yoğun olarak hissedilmektedir. Bu ilişkisellik uzmanlaşma nedeniyle geçmişte görünür olmamış ve günümüzde de etkisini ülkemiz özelinde sürdürmektedir. Bu ilişkiselliğe şu örneği verebiliriz: Arabesk konusu ile ilgili bir makale yazdınız ve bu yazdığınız makaleyi hangi dergiye gönderirdiniz? İlk bakışta arabesk konusunu daha çok sosyologlar çalıştığı için bu konunun sosyoloji disiplinini ilgilendirdiği gibi bir algı oluşabilir. Arabesk makalesini Tarih dergisine, Coğrafya dergisine, İktisat dergisine, Felsefe dergisine gönderebilirsiniz. Örneğin, "Tarih dergisine gönderilen arabesk ile ilgili yapılmış olan sosyolojik tespitler, tarih içerisinde nasıl olabilir?" sorusunu akla getirir. Bize tarih, sanki zamanda var olan olayları kronolojik bir şekilde sıralama ve ezberleme şeklinde öğretilmiştir. Ancak tarih tam anlamıyla kronolojik bir şekilde zamandaki olayları yazmak ve ezberlemek değildir. Tıpkı coğrafyanın yer isimleri bilme, başkent adları ezberlemekten ibaret olduğuna yönelik yüzeysel bakış açısında olduğu gibi, tarihin de derin sosyolojik tespitlerden yoksun, kronolojik olaylar silsilesinden ibaret olduğunu düşünmek gerçeği yansıtmayacaktır. Bu durumda şu soru sorulabilir: O zaman sosyolojiyi ve coğrafyayı birbirinden nasıl ayırabiliriz?
Ülkemizde sosyal bilimlerde mekân konusu, sosyoloji ve coğrafyada giderek önemi artmıştır. Sosyologların çalıştığı mekân ile coğrafyacıların çalıştığı mekân birbirinden bağımsız değildir. Marksist coğrafyacı David Harvey, ülkemizde sosyologlarca bilinen ve çalışılan bir isimdir. David Harvey’in çalışmaları başlıca sosyoloji, coğrafya, siyaset bilimi, iktisat ve mimarlar tarafından çalışılan bir konudur. Bir diğer düşünür olan Foucault'nun çalışmaları ise sosyal bilimlerin nerdeyse tamamında çalışılmıştır. Foucault'nun biyografisini incelediğimizde şunlar karşımıza çıkar: Sosyolog, tarihçi, felsefeci, mekân bilimci, düşünür... Buna bağlı olarak, "Foucault'yu tam olarak sosyal bilimlerin hangi dalına yerleştirmeliyiz?" sorusu anlamsızlaşır. Çünkü Foucault, disiplinlerarası dediğimiz konularda çalışmış ve çalışmalarının boyutu çok geniş olduğu için bir dal ile sınırlandırılamamıştır.
Anlaşılacağı üzere bilim dalları arasında olduğu söylenen sınırlar muğlaktır. Mekân kavramını ele aldığımızda, bu kavram, birçok sosyal bilimci tarafından çalışılmıştır. Sosyal bilimcilerin konusu insan ve onların bir araya gelmesiyle oluşan toplumdur. Toplumu birbirine geçmiş karmaşık ağlardan oluşan bir yumağa benzetebiliriz. Bu yumağı çözmeye çalışırken otonom bir şekilde sadece bir bakış açısından çözmeye kalkmak ve başarılı olmak "deveyi iğne deliğinden geçirmek" kadar imkânsız olacaktır.
Bu sebeple bizim iddiamız şudur: Bütün bilim dalları birbirleriyle ilişkiseldir ve bilimler arasında sınırlar muğlaktır. Sosyal bilimlerde birçok konu doğası gereği insanı öncelediği için bir bütünsellik teşkil etmektedir. İlişkisel bir konu olan mekân; tarihçiler, sosyologlar, coğrafyacılar, iktisatçılar, siyaset bilimciler ve mimarlar tarafından çalışılabilir. Mekân konusu geçmişten itibaren coğrafya ile ilişkilendirilse de günümüz postmodern paradigmasından bakıldığında bu durum eleştiriye açıktır. Çünkü bu tanım, sanki mekânı sadece coğrafyacılar inceler gibi bir tanıma kapı aralar. Aynı şekilde bir sosyolog da konusu insan olduğu için disiplini ve insan bir mekânda var olduğu için bilimi bu şekilde tanımlayabilir.
Peki bu bilim dallarını birbirinden ayıran unsur nedir? Bizim iddiamız, bilim dalları birbirinden ayıran unsurlar bilimin içerisinde kurumsallaşmalar ve kendine ait kavramlardır. Örneğin tarih denilince aklımıza zaman unsuru gelir. Sosyoloji denilince toplum gelir. Coğrafya denilince mekân gelir. Ancak işin detayına indiğimizde, günümüz coğrafyasındaki mekanla sosyolojideki toplum aynı kapıya çıkmaktadır. Şöyle ki mekânı oluşturan insandır ve mekân da insanı etkiler. Her ikisi arasında diyalektik bir ilişki bulunur. Bu sebeple hiçbir bilim dalı otonom değildir ve disiplinlerarasılığın da ötesinde birbirine yapışıktır. Ancak odak noktaları incelenen olguya bakışı etkileyecektir. Bu odak noktası sosyolog için toplum, coğrafyacı için mekandır.
/evrimagaci.org%2Fpublic%2Fcontent_media%2Fe69413a81ab77919e7422e6836b45aed.jpg)
Sosyal bilimler felsefesi, özelde ise coğrafya felsefesinin amacı bir bilim dalının kimliğini tanımlar. Bir birey, coğrafya felsefesini bilmeden çok iyi coğrafyacı olabilir. Yapılan bilimin varoluşsal amacını bilmeden de bilim yapılabilir. Nasıl ki iyi bir cerrah olmak için cerrahlık tarihini bilmek gerekmiyorsa, coğrafyayı yapabilmek için coğrafya felsefesi olmazsa olmaz şart değildir. Coğrafya felsefesini bilmek bir bilim dalının kimliğini sorgulamaktır. Bu kimliği sorgulamak şu soruyu yanıtlamamızı sağlar: Coğrafya nedir? Niçin vardır? Coğrafyanın doğası nedir?
Özellikle de coğrafya biliminin doğasının olup olmadığı, varsa ne olduğu sorusunu, ancak coğrafya felsefesi yaparak cevap verebiliriz. Bu soru bilimin kimliğinin ne olduğuna cevap vereceği için o bilimin ne işe yaradığını, yapılan tüm bu uğraşın en nihayetinde ne olduğunu bilmemize yarayacaktır.
Coğrafyanın Özü Nedir?
"Bilim, değişmez özellikte midir?" sorusunu bilimin içeriğini az bilen birisine sorsaydık, muhtemelen "Bilim değişmez değildir." cevabını verecektir. Nitekim Aydınlanma, inanç ile akıl arasında keskin bir sınır çizmiştir. Çünkü inanç dogmatiktir; yani statiktir. Bilim ise dinamiktir. Peki bilim değişen bir yapıya sahipse, bilimin özü nasıl olabilir?
Özelde ise şu soruyu sorabiliriz: Coğrafyanın özü var mıdır? Eğer bu soruya "evet" cevabını verirsek, çıkmaz bir yola gireriz. "Coğrafyanın özü vardır." demek, coğrafya kavramını ve ona yüklediğimiz anlamın statik olduğunu gösterir. O zaman, şu soruya cevap vermek de zor olacaktır: Bilim ile dogmayı nasıl ayıracağız? Özellikle 19. yüzyıldan itibaren coğrafyacılar, coğrafyanın özünü, diğer bir deyişle doğasını bulmak için yoğun mesai harcadılar.
Ampirik olarak mekân içerisinde her şey sürekli bir değişim içerisindedir. Bizzat gözlemleyip de değişmeyen hiçbir şey bulunmamaktadır. Peki her şey değişim içerisindeyse, değişmeyen bir şeyi niçin arıyoruz? Hiç şüphesiz bir bilim dalının doğasını aramak elbette önemlidir; fakat o bilim dalının "doğası hep böyledir" gibi bir öneme, bilimi dogmatizme hapsedecektir.
Özellikle Türkiye üzerinden gittiğimizde, coğrafya, hep belirli bir tanım içerisinde sunulur. Ancak "coğrafya" kelimesi Antik Yunan’dan itibaren aynı kalsa da ona yüklediğimiz anlam sürekli değişmiş ve değişmektedir. 20. yüzyılın ortalarına kadar coğrafya daha çok fiziki ağırlıklı tanımlanmış ve mekân, Kartezyen bir şekilde boş konteyner ve hesaplanan bilen bir formda sunulmuştur. Günümüzde ise çok farklı olarak, coğrafya, tamamen insan odaklı bir çizgiye kaymıştır.
Ve gelecekte coğrafyanın nasıl bir tanıma ulaşacağını bilemeyiz; ancak şunu iddia edebiliriz: Süreç felsefesi bağlamından gittiğimizde her şey bir değişim içerisindeyse gelecekte coğrafya da değişecektir. Bu yüzden coğrafyanın özünü aramak, süreç felsefesi açısından ve her şeyin birbirleriyle ilişkisi bakımından zaman kaybettirici bir uğraştır. Bir şeylerin doğasını aramak, statikliğe ulaşmayı gerektirir. Ancak dogmatizm ve statiklik inançlarda mümkündür. Örneğin Tanrı’ya yüklenen anlam, onun değişmez olduğu yönündedir. Değişmezlik; ancak ve ancak metafizik bir iddiadır. Ancak ampirik olarak değişmeyen bir unsur olmadığından, bunu aramak bizim iddiamıza göre sonsuz bir uğraş gibidir.
/evrimagaci.org%2Fpublic%2Fcontent_media%2F6022c4054fa4e560142947a471fc69b9.jpg)
Coğrafya, en genel tanımıyla, "insan ve mekân/ insan ve çevre arasında ilişkiyi inceler" gibi tanımlanır. Bizim iddiamıza göre bu, kusurlu bir tanımdır. Eğer günümüzün paradigması Kartezyen mekân olsaydı, bu tanımlama bir sorun teşkil etmeyecekti. Çünkü mekânı ayrı ele almak Kartezyen mekânda var olan bir durumdur. Bu tanımlamanın kusuru; mekân, sanki ayrı bir ontolojiymiş gibi ele alınmaktadır. "Mekân nedir?" sorusunu insandan bağımsız bir şekilde cevaplayamayız. Çünkü mekânı kuran, değiştiren bizzat insandır. Ve mekân, kendi başına olan bir özellikte değildir. Mekânın bir erekselliği veya amacı yoktur. Mekânı oluşturan ve bir amacı oluşturan insanlardır. Bu sebeple mekân ancak insanla var olur ve amacı insanla belirlenir. Mekânın ayrı bir yasası ve amacı yoktur.
Mitolojide Janus, iki yüzlü bir tanırıdır. Janus’un bir yüzü sağa diğer yüzü sola bakar ve burada kesin bir ayrılma söz konuşur. Bilim dallarında ise böyle bir kesin ayrım aramak bilimin yapısına aykırıdır. Bazen yapılan bilimsel çalışmalarda dergilere gönderilen bazı makaleler "Bu coğrafya değildir veya sosyoloji değildir." gibi sebeplerle reddediliyorlar. Örneğin arabesk makalemiz bir coğrafya dergisi tarafından "Coğrafya ile ilgili değildir." denilerek reddedilmiştir. "Coğrafya değildir." gibi kesin bir tanımlama gücünü nereden almaktadır? Bir konunun sosyal bilimler içerisinde coğrafya olup olmaması nasıl bu kadar keskin bir üslupla belirlenebilmektedir? Janus örneğinde olduğu gibi, bilimde keskin sınırlar aramak, ancak mitolojiye yaklaşmak demektir. Kesinlik, mutlaklık, statiklik ancak inançlarda bulunmaktadır.
Günümüzde Coğrafya Kavramına Yüklenen Anlamlar
Evrim Ağacı’nda coğrafya ile ilgili yazmış olduğumuz yazıların altına sıklıkla "Coğrafya kaderdir." yazılmaktadır. Yazdığımız tüm coğrafya yazılarında bu sözü eleştirmemize rağmen, içerik okunmadığı için bu söz yazılmaktadır. Bu söz, coğrafyacılarda ve halk arasında çok yaygın olarak kullanılmaktadır. Ancak bu sözün İbn Haldun’a ait olduğu sanılsa da bu söz Haldun’a ait değildir.
Coğrafya, sosyal bilimler içerisinde bir bilim dalıdır ve bilimde kader gibi inançlardan alınan görüşler arkaik görüşlerdir. Modern bilimde kader aramak, bilimi statikliğe götürecektir. Coğrafyanın kader olmasıyla ilgili ampirik bir veri bulunmamaktadır. Daron Acemoğlu tarafından yazılan Ulusların Düşüşü kitabında, coğrafyanın niçin kader olamayacağı ampirik veriler eşliğinde gösterilmiştir. Bir şeyin kader olduğunu söylemek, o unsurun değişmediğini söylemekle eşdeğerdir - ki bu, bilime aykırı olacaktır. Bir şeyin etkilemesiyle, belirlemesi farklı iki kavramdır. Doğal unsurlar insan yaşamını etkiler demek, onun değiştirilebilir olmasını gerektirir. Örneğin Japonya, depremden etkilenen bir ülkedir; ancak modern inşaat teknolojileriyle bunun üstesinden gelinebilmektedir. Bu ve bunun gibi yüzlerce örnek coğrafyanın kader olmadığının kanıtını oluşturur.
Coğrafya denilince akla ilk gelenlerden birisi harita olmaktadır. Coğrafyacı olmak iyi bir harita bilgisi bilmekle eşdeğer görülmektedir. Bu yanlış olmamakla birlikte, genelleme yapılmaktadır. Bizim iddiamız, her coğrafyacı iyi bir harita bilgisi bilmeden de mekân incelemeleri yapabilir. Coğrafyacı, başkent adları gibi ansiklopedik bilgiler bilmeden coğrafyacı olabilir. "Coğrafya, sıklıkla betimleyici bir özellikte yapılıyor." gibi bir algı mevcuttur. Bir yerin tasviri ve o yerin coğrafi özelliklerini öğrenmek, coğrafya yapmakla eşdeğer görülmektedir. Çünkü geçmişten itibaren coğrafya kavramına yüklenen anlam, coğrafyayı fiziki özelliklere hapsetmiştir. Günümüzde bu anlam, insan faktörünün fail olması sebebiyle ve insanın fiziki yapıyı da değiştirecek bir güce sahip olmasından dolayı, insansız bir coğrafya mümkün değildir. Bu sebeple coğrafya, ansiklopedik bilgiler veren bir disiplin olmadığı gibi, yerin tasvirini içermek zorunda değildir.
Ayrıca coğrafyacı çok iyi bir harita bilgisine sahip olmayabilir. Murat Bardakçı tarafından Tarihin Arka Odası programında bir coğrafya öğrencisine harita sorusu sorduğu ve o öğrenci bilemediği için Murat Bardakçı tarafından eleştirilmiştir. Ayrıca İlber Ortaylı, coğrafya ve harita bilgisini eşdeğer görmektedir. Bir tarihçinin harita bilmesi gerektiğini söylemekte ve izleyenler tarafından coğrafya ve harita eşdeğer algılanmaktadır.
Ancak coğrafya, harita bilgisi değildir. Nitekim günümüzde uzman haritacılığı harita mühendisleri yapmaktadır. Coğrafyacılar, ancak haritadan gerektiğinde yararlanırlar. Bu sebeple 50 yıl öncesinde lisede öğrenilen coğrafya bilgisiyle, coğrafyayı haritayla eşdeğer görmek güncel literatürün takip edilmediğinin bir göstergesidir.
/evrimagaci.org%2Fpublic%2Fcontent_media%2F7ffc69aaaae17bc6e00380dfd7d31be9.jpg)
Coğrafya, ansiklopedik bilgiler veren bir disiplin değildir. Eğer bu konuda ısrar edilirse, şu soruyu sormak isteriz: Coğrafya niçin vardır? Google, en fazla ansiklopedik bilgileri içerin bir arama motorudur. Bu görevi Google yerine getirmektedir. "Bir yeri tasvir etmek, haritada göstermek ve o yerin isimlerini bilmek coğrafya ise, coğrafyacılar niçin vardır?" sorusu akla gelir. Zaten bu bilgileri internette rahatça bulabiliriz. Özellikle sosyal bilimler içerisinde, özelde ise coğrafyada yorumlayıcı yaklaşımlar ön plana çıkmıştır. Çünkü yorumlamak aynı zamanda olguların işleyişini ortaya çıkardığı gibi birçok perspektif sunabilmektedir.
Coğrafyanın ne olduğunu anlayabilmek için sıklıkla geçmişe gidilir. Geçmişte coğrafyacıların, coğrafya disiplinine ait yapmış olduğu tanımlardan bir sonuç çıkarılmaya çalışılır. Özellikle ünlü coğrafyacılar, coğrafya disiplini içerisinde bir otorite kabul edilerek, günümüzde coğrafyayı tanımlamak için destek geçmişten alınır. Ancak bilimde otorite olmamalıdır. Uzun yıllar boyunca Newton fizikte tek otorite kabul edildi. Bu ise bilimin yapısına zarar vermiş ve ilerlemeyi yavaşlatmıştır. Coğrafya bilimini tanımlarken, geçmişe giderek tanımı buradan almak günümüzün coğrafya anlayışını gölgeleyecektir. Her dönemin belirli bir epistemesi vardır. Bu episteme çerçevesinde disiplinlerde bilim insanları tarafından bulunulan tarihin, toplumun, kültürün ve ekonominin özelliklerine göre tanımlanır. Bugünün coğrafyasını bilebilmek için geçmişte takılıp kalmaktan ziyade, günümüzün epistemesi çerçevesinde bir tanım yapmak daha sağlıklıdır.
Geçmişte coğrafya içerisinde düşünceleriyle pek ciddiye alınmayanlar, günümüzde geçmişin tersine ana akım olmaktadır. Geçmişte coğrafya içerisinde önemli yer işgal edenler, günümüzde tersine önemini yitirmiştir. Kropotkin, kendi dönemi içerisinde marjinal olarak algılandığı için coğrafyada pek atıf yapılmayan bir isimdir. Anarşist olması, devlete karşı mesafeli duruşu, dönemin epistemesi için aykırı görüşlerdi. Kropotkin’in karşılıklı yardımlaşma kuramı günümüzde coğrafya içerisinde çalışılan bir konudur ve Kropotkin’e daha fazla atıf yapılmaktadır.
Geçmişte ise Halford Mackinder, özellikle Kara Hakimiyet teorisi görüşüyle emperyalistler için önemli bir isim olmuştur. Bu görüşler, o dönemin epistemesi için hayati önemdedir. Ancak günümüzde sosyal bilimlerde böyle bir görüşü savunmak günümüz epistemesi açısından emparyal, ırkçı vs. olumsuz tanımlara yol açacaktır ve böyle bir görüşü savunmak ciddiye alınmayacaktır.
Sosyal bilimler, geçmişten itibaren ezilenlerin yanındadır. Marksizm, postmodernizm, feminizm, eleştirel teori gibi paradigmalar, sosyal bilimlerde en önemli paradigmalar içerisindedir ve hepsi ezilenlerin nasıl ezildiğini ve neler yapılması gerektiği üzerine teoriler geliştirmektedirler. Anlaşılacağı üzere bugünün bilgisi, geçmişin aksine ezilenlerin yararına bilgi üretmeye odaklanmıştır. Kropotkin, belki kendi zamanı içerisinde görüşlerinin 50 yıl sonra önemli hale gelemeyeceğini tahmin etmemiş olabilir. Bizler de günümüzden 50 veya 100 yıl sonra coğrafyanın içerisinde hangi paradigmaların etkili olacağını bugünün epistemesinden bakarak net olarak bilemeyiz; ancak tahmin yapabiliriz. Nitekim geleceği kesin olarak bilebilseydik, determinizm içerisinde yaşardık ve geliştirilen teorilerin hiçbir anlamı kalmazdı.
/evrimagaci.org%2Fpublic%2Fcontent_media%2F5b880ef268287a77054272956e47364a.jpg)
Bu bağlamdan gittiğimizde, Türkiye’de coğrafya, geleneği terk edememektedir. Çünkü geçmişte otorite gözüken bilim insanları ve geçmişin paradigmaları, halen coğrafyada ana akımdır. Türkiye’de hem coğrafyacılar hem de halk genelinde coğrafyanın çevresel determinizm ve bölgesel coğrafya paradigmalarının yaygınlığı coğrafyanın ülkede geçmişten kopamadığını ve yeni görüşleri kaçırdığını göstermektedir. Coğrafya içerisinde halen niceliklere, betimlemeye ve pozitivist görüşe yaslanılması yapılan çalışmaların gelişmiş batı ülkelerindeki coğrafya anlayışları tarafından kabul edilmeyeceğini gösterir.
Ünlü coğrafya dergisi Journal of Geography dergisine bakılacak olursa, yazılan makalelerin Türkiye’de geleneksel coğrafya algısına sahip ortalama birisi için şaşkınlık verici olacağı görülecektir. Böyle bir derginin ismi kapatılıp, çalışılan konulara bakıldığında, bu derginin sosyoloji veya siyaset bilimine ait bir dergi olduğu sanılabilir. Ancak batı tarafından bakıldığında, Türkiye'deki coğrafya dergileri konuları itibariyle metodolojik milliyetçilik içerisinde, geleneği aşamamış olarak bir izlenim bırakacaktır. Şu soruyu sormamız gerekir: "Hangisi yadırganacak bir durumdur?"
Sonuç
Coğrafya, sanıldığının aksine bir harita bilgisine sahip olmak değildir. Coğrafya, bölge isimlerini ezberleme, gereksiz ansiklopedik bilgileri yazmak değildir. Coğrafya, sanıldığının aksine fiziki özelliklerin ağırlıklı olduğu ve sosyal unsurların ikincil planda olduğu bir bilim değildir. Coğrafya anlamsız sınırların, keskin kategorilerin, isim ezberlemelerin olduğu bir bilim değildir. Günümüz epistemesi açısından coğrafyacı, iyi harita bilgisine sahip olup var olan olguları betimleme de değildir.
Coğrafyacı, bunların tersine mekânda var olan güç ilişkilerini mekânı odağına alarak açıklamaktır. Güçlünün mekânda nasıl bir hiyerarşi kurduğunu, ezenin ezileni nasıl ezdiğini açıklamaktır. Coğrafyacının odak noktası mekandır. Mekân ise bir perspektiftir. Mekânın çok yönlülüğü bilim alanları arasındaki ilişkiyi gerekli değil, zorunlu kılmaktadır. İnsan ve toplumların mekandaki kompleks yapısı tabii olarak disiplinlerarasılığa ihtiyaç duymaktadır. Bu sebeple coğrafyacının görevi mekânda ayrımcılıkları deşifre etmek olmalıdır. Ezilenin tarafında yer alarak insan ve toplum açısından hayati konuları ele almak olmalıdır. Yapılan bir bilim sosyal hayatta bir karşılığa sahip değilse, var olan olguları açıklayıp bir çözüm önerisi getiremiyorsa o bilim dalı yok olmaya yüz tutmaktadır.
Türkiye gibi gelişmekte olan bir ülkede, doğu-batı arasında bir çizgide mekânın nasıl kurulduğu, güç ilişkilerinin mekânı nasıl dönüştürdüğü, ırkçılık ve milliyetçiliğin nasıl yapılandığı, ayrımcılıkların nasıl ortaya çıktığı ve açtığı yaraların mekandaki karşılığı perspektif yaklaşımlarıyla deşifre edilmelidir. Bu yüzden coğrafya, hayatın gerçeklerine dokunmalıdır. Hayatın gerçeklerine dokunmayan, insan hayatını kolaylaştırmayan bir bilim niçin vardır sorusuna cevap verilemez.
Batı ülkelerinde, özelde Anglosakson ekolünde; Marksist coğrafya, feminist coğrafya, eleştirel teori, radikal coğrafya, sosyal teori, postmodern yaklaşımlar gibi birbirinden farklı paradigmaların ortak özelliği vardır. Hepsi mekânsal açıdan olaylara yaklaşmakta ve hayatın gerçeklerine odaklanarak mekânın nasıl dönüştürüldüğünü açıklamaktadır. Batıda coğrafya birtakım elit sorunlarla ilgilenen ve mekânın özelliklerinden ayrı bilim değildir. Özellikle coğrafya içerisinde Marksist ve anarşist coğrafya, Türkiye özelinde bazı kişiler tarafından yadırganmaktadır. Örneğin anarşist coğrafya, bu disiplin içerisinde çalışılan bir konudur. Pozitivist bakış açısından bakıldığında bu yadırganmakta ve "Anarşizm, siyasi bir ideoloji, coğrafya ise bir bilimdir." gibi bir karşılık verilmektedir.
Biz, şu soruyu sormak istiyoruz: "Coğrafya mekânın nasıl kurulduğunu açıklamak istiyorsa ve bu mekân güç ilişkileriyle, siyasi dönüşümlerle, ezen ezilen ilişkileriyle varsa, bu gerçeklere değinmeden nasıl bir açıklama getirebilir?"
Mekânda en büyük güçlerden birisi hiç şüphesiz ekonomik güçtür. Özellikle kapitalizmin mekânda nasıl kurulduğu, nasıl yayıldığı gerek toplum gerekse doğada ne tür izler bıraktığı açıklanmak isteniyorsa bir coğrafyacı mekânı bunlara değinmeden nasıl açıklayacaktır? Doğanın giderek insan faaliyetleriyle dönüştürüldüğü, kapitalizmin doğada bıraktığı derin yaralar açıklanmayacaksa coğrafyacı niçin vardır? Kapitalizmin mekandaki dönüşümünü anlayabilmek için Marksist coğrafyaya ve Marksist coğrafyacıların çalışmalarına bakmamız gerekir. Harvard Üniversitesi’nde Marksist coğrafyacı David Harvey’in çalışmalarına bakmadan şehirleri ve doğayı kapitalizmin nasıl dönüştürdüğü anlaşılamaz. Marksist coğrafya için de "Marksizm ideolojidir, coğrafya bilimdir." demek, bugünün epistemesi açısından absürt olacaktır. Ancak 100 yıl önce, tam tersine Marksizm ve coğrafyayı ilişkisel yapmak yadırganacaktır.
Türkiye’de coğrafya, liseden itibaren üniversiteye kadar müfredatları baştan ele alınmalı ve batıdaki güncel gelişmeleri yakalamalıdır. Eğer coğrafya güncel gelişmeleri yakalayamazsa, ülkemizde gerek diğer disiplinler tarafından gerekse halk tarafından önemsiz bir takım yer isimleri ezberlenmesi olarak bakılacaktır. Bu bakış açısı, coğrafyaya değer verilmemesini ve coğrafyanın giderek güç kaybetmesine sebep olacaktır.
Türkiye’de coğrafyanın meslek olarak görülmemesi, lise müfredatında giderek ders sayısının azaltılması coğrafyanın giderek güç kaybettiğini göstermektedir. Coğrafyacıların en azından bir kısmının disipline yapılan bu haksızlıkları dile getirmeden önce, ciddi bir özeleştiri yapmasına ihtiyaç vardır. Eğer coğrafya ülkemizde güncel gelişmeleri yakalayamazsa ve halka popüler bilim aracılığıyla önemi anlatılamazsa, bu görevi diğer disiplinler alacaktır.
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
İlginizi Çekebilecek Sorular
- Bir film çektiğimizi düşünelim. Film, hareketin her anını çekmeli. Arada çekilmeyen hiç bir an kalmamalı. Bu filmin uzunluğu ne kadar olurdu? Sonsuz?
- Evrenin kendisinin, gözlemlenebilir evrenden çok daha büyük olduğunu nasıl biliyoruz?
- İçerik üretmedeki, 6. Kaynak kuralı diyor ki, türkçe içerikli bütün kaynaklardan uzak durmanız önemle rica edilir, bunun sebebi nedir?
- 5
- 1
- 1
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 26/01/2021 16:22:16 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/9836
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.