Nanoteknoloji ve tıp alanındaki son gelişmeler; biyolojik veya fizikokimyasal olarak sentezlenen altın, gümüş, demir, bakır, kobalt, platin gibi farklı elementlerden çok sayıda nanoparçacık ve nano malzeme... Daha fazla göster
Nanoteknoloji ve tıp alanındaki son gelişmeler; biyolojik veya fizikokimyasal olarak sentezlenen altın, gümüş, demir, bakır, kobalt, platin gibi farklı elementlerden çok sayıda nanoparçacık ve nano malzeme üretilmesinin önünü açmıştır.[1] Nano parçacıkların fiziksel, kimyasal ve biyolojik özellikleri gibi özelliklerini manipüle etme yeteneği, bu nano parçacıkların tıp, çevre ve endüstri gibi alanlarda kullanımının önünü açmaktadır.[2] Bu çeşitli organik ve inorganik nanoparçacıklar arasında yer alan altın nanoparçacıklar benzersiz optik ve Yüzey Plazmon Rezonansı (SPR) özelliklerine sahip olmasından dolayı, özellikle biyolojik ve farmasötik alanda araştırmacıların ilk tercihi haline gelmiştir.[3]
Altın, yüzlerce yıl sert koşullara maruz kaldıktan sonra bile kimyasal olarak etkilenmeyen ve kalıcı fiziksel özelliklere sahip asil bir elementtir. Beş bin yıl önce Bulgaristan'da altının keşfinden çok sonra, eski Mısır ve Çin, MÖ 5. yüzyılda kolloidal altını tedavi ve dekoratif amaçlarla kullanmaya başlamıştır.[4] 1857 yılında ise Micheal Fraday kolladial altını indirgeyerek yakut kırmızısı altını sentezleyen ilk kişi olmuştur. Bu çalışma aynı zamanda altınla ilgili yapılan ilk bilimsel araştırma olarak bilinmektedir. Sonraki 150 yıl boyunca yapılan çok sayıda deneysel ve teorik araştırma sonrasında, altın kolloidlerin (altın nanoparçacıkları) sadece güzel olmakla kalmayıp aynı zamanda optik, algılama, kataliz ve biyomedikal özellikler gibi zengin özellikler sergiledikleri de keşfedilmiştir.[5][6]
(...)